PİÇ

147 4 2
                                    

Vahşetin en hayvani kılığına bürünen insanların uyanık olduğu saatte, dışarıda, saf karanlığın geceyi sislerle kapladığı ıssız, dar, çıkmaz sokakta, soğuk hava bedenine çarptığı yerleri yakarken adımlarına eşlik etti yerde birikmiş su birikintisinin sesi. Siyah deri ceketi, belindeki zımbalı kemer, parmağı kesik eldiveniyle alacakaranlığın içinde ayırt edilmesini sağlayan tek şey altın buklelerini gizlemeye çalışan mor beresiydi serseri adamın.

  Yüksek binaların sessizliğinde kırık yumurtalarından yeni çıkmış ölü kuşların hüzünlü şarkısını dinlerken bir çığlık sesi doldurdu kulaklarını. Aç hayvanların vahşi kavgası yahut belki de vahşi insanların açlığından çıkan hoyrat homurtusudur, kim bilir? Adamın umurunda değil.

Çakıllı, bozuk asfaltın üzerindeki derin su birikintisindeki küçük parıltıların ahenkli ışıltısı ilgisini çekti adamın. Yanına yaklaştı, yansımasına baktı dizlerinin üzerine çökerken. Pürüzsüz, kusursuz, ruhunun aksine lekesiz, yarasız... "Ben yakışıklıyım..." dedi bir ilahın soğuk gururuyla kendi kendine, megaloman. Tıpkı tanrısının yanında olduğu zamanlar gibi. "İnsanlar berbat!" tiksintiyle elinin tersiyle yansımasını dağıttı, kendini dağıttığı günlere ithafen.

Ayağa kalkarken son kez baktı çamurla dans eden birikintiye. Gülümsedi. İşte şimdi gerçek benliğine bürünmüş, karanlık yüzünü görebiliyordu yansımada, meşru cinayetleri ortaya çıkıyordu. Pis, bulanık, belirsiz, çirkin, çaresiz... Tanrısının ondan vazgeçtiğini anladığı andaki hali.

Dilini gezdirdi çatlamış pembe dudaklarında, ıslattı ıssız çöllerini zehirli sıvısıyla berduş. Başını yıldızsız göğü aydınlatan tek ışık kaynağına kaldırdı. Dolunay parlatırken ışıltılı beyaz tenini, içinde biriktirdiği nefesini ağzından dışarı verdi. Dudaklarının arasından sızan duman uzayarak karıştı karanlığa.

Gözlerini kapattı siyahlar içindeki mor bereli altın oğlan. Derince ayazın isli kokusunu ciğerlerine çekti. Vahşetin en hayvani kılığına bürünen insanların uyanık olduğu bu saat, ona krallığını hatırlattı.

  Elindeki sprey boyayla çıkmaz sokağın sonundaki duvara ilerledi. Bir ıslık tutturdu usulca, geceyi daha da karartırcasına. Şarkının girişini mırıldandı eşsiz, ipek gibi çıkan sesiyle. "Kırmızı bir kapı görüyorum..." sprey kutusunu çalkaladı, dudağının kenarı kıvrıldı. "...Ve siyaha boyanmasını istiyorum..." duvara daha çok yaklaştı. "Artık renkler yok..." bunu içinde bulunduğu vahşi doğaya mı söylüyordu, yoksa ruhunu öldüren insanlara mı? Cevabını kendisi de bilmiyordu. "Hepsinin siyaha dönmesini istiyorum..." ıslığına kaldığı yerden devam etti.

  Nemli, yosun tutmuş büyük tuğla birikintisinden oluşan duvarın önüne geldiğinde durdu. Etrafını siyah, içi pislik dolu, ağzı bağlı, leş kokan sıvının süzüldüğü poşetlere eşlik eden büzülmüş ıslak karton kutuların kapladığı matlaşmış, gri çöp konteynerin içinden yalnızlığının keyfini bozan adama küfür edercesine çığlıklı bir miyavlamayla çıktı turuncu çizgili kedi.

Yeşil gözleriyle mekanını işgal eden adama öfkeyle baktı, eşkalini zihnine kazıdı. Yeni bir düşmanı vardı artık turuncu kedinin lakin şimdilik fevri davranmanın sırası değildi. Vahşi karanlığın yırtıcılığından saklanması gerekiyordu. Miyavlanarak -söylenerek- sokağı terk etti, elbet intikam için geri dönecekti.

Adam sırıttı. Kafasını sallayarak nemli duvara döndü. Kediyi kendisine benzetti. Sarı bukleleriyle turuncu tüyler birbiriyle eş yaratılmıştı sanki.

REQUIEMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin