Gezegen

253 68 202
                                    

  Eroini bırakıp bunu kokainle kutlayan torbacıların sofrasına meze olur dilmunu* müjdeleyen pudranın* dozu altında pamuktan yapılan pembe şekerlerin neşeli tarlasına düşen keşler. İnsan gibi görünmek için çamurdan şekillendirilmiş ruhlar rehabilite edilir on beş dakikalık utançlarını gizlemek için. Bulutlara astıkları kenevir ipi sallandırır çoktan idama mahkum edilen uçmuş kellelerini. Tanrısı kimyasal olanlar cennetin gözü önünde ateşe verir mutsuz anıları.

Elysium'un* altında ay ışığının ateşiyle sarhoş olur Beethoven'ın sağır çocukları. Kucaklanmak isteyenlere dünyanın öpücüğünü bahşeder beyaz kumrular*. Cahrlie* ile dost olanların damarlarına karışan ateşli sıvı dünyadan kaçmak için fazlasıyla budalaca davranır hücrelerle dans ederken. Dün kirli olanların, soğuk, boş gülümsemeler kapladığında yüzlerini, kim olduğunu bilmeyen ölüler olarak yarına pislik uyanır. Hastalıklı inançlarını püskürtürler çocukların yüzlerine. Temiz olan sayfalar, zehirlenir, kir tutar bu şekilde.

Gece gözlerini, Beethoven seslerinin yükseldiği evde açtı. Saat daha sabahın altısıydı. Genç kız uzandığı yatağından doğruldu, gerinerek ayaklarını döşeğinin yanından sallandırdı. Birkaç dakika öylece durdu. Yavaşça ayağını ahşap zeminle buluşturarak kalktı. Sarsak adımlarla odanın içerisindeki banyoya yöneldi. Aynada kendisine baktı. Gözleri kanlanmış, makyajı akmış saçları dağılmıştı. Berbat bir görünüyordu. Berduş halini izlerken bedenine saplanan keskin bir acı hissetti. Yüzünü buruşturdu.

Vücudunda kasılmalar başlayınca "Şimdi zamanı değil." dedi kendi kendine endişeyle. Bedenini şoklama düşüncesiyle üzerindeki kıyafetleri çıkarırken kasılmalar giderek şiddetini arttırdı. Her yerine yüzlerce iğne batıyormuş gibi hissediyordu genç kız, acı içinde kıvranıyordu. Duşa ilerleyip buz gibi suyun altına girdi. Soğuk su teninden kayarken onu az da olsa rahatlatmıştı.

Kısa duşunun ardından yerde duran kıyafetlerini giydi. Uyuduğu odaya geri dönerek yerde duran pantolonunun ceplerini kurcaladı. İhtiyaç duyduğu toz şekerini aradı. İstediğini bulamayınca pantolonunu bir köşeye savurdu. "Nerde bu lanet şey?" diye söylenerek sinirle elini saçlarından geçirdi. Alelacele odadan çıkarak bulunduğu kattan aşağıya koşar adımlarla indi.

Genç adamın en büyük tutkularından birisiydi piyano çalmak. Bu ona bir zamanlar hayatta olan dedesinin hediyesiydi. Ege her sabah uyanır uyanmaz kırmızı piyanosunun başına geçer saatlerce sevdiği parçaları çalar, çocukluğuna armağan ederdi. Bugün de aynısı oldu. Genç adam güne Beethoven ile başlamak istedi. Onu, Mozart'tan daha başarılı buluyordu. Hayatına son vermek isterken yazdığı, kulakları duymazken rastgele doğaçlama çaldığı, kazara eski ününe kavuşturan o eşsiz eserle aydınlatıyordu sabahını. Ay ışığı senfonisi...

Parmakları piyanonun beyaz, esmer tuşları üzerinde kayarken gece gelen davetsiz misafirini düşledi. Adını aldığı geceden daha siyah saçları, ay gibi beyaz teni, insanı içinde kaybedecek orman yeşili gözleriyle oldukça karanlıktı genç kız. Kimdi bu? Neden gelmişti? Alıştığı yalnızlığını bölen merhametine kızdı. Peşinde polisler dolaşan torbacı, çelimsiz, zayıf bir kızı neden içeri aldı ki? Omuz silkti. "Neyse ne?" dedi kendi kendine. Pek de umurunda değildi. Elbette kız bir gün buradan gidecekti. O gidene kadar biraz eğlenebilirdi. Öyle değil mi? Gülümsedi.

REQUIEMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin