Ölüm Şarabı

202 22 75
                                    

Damağında çürük çilek tadı, ıslak, pis bir öksürük tuttu adamı. Volkan gibi patlayıp, lav edasıyla süzülen ince sıvı lekelerken dudağının kenarını, ciğerlerinden çıkan hırıltılar kapladı ıssız, is kokan sokağı. Alevlerin arasından çıkıp yerde yatan tanrılarını evine götürmeye gelen dumanlı bedenlerine bürünmüş iblisleri engelledi bildiği tüm duaları sessiz okuyan küçük melekler. Tanrı, kanadı koparılmış meleğini vurdu. Hortumlar denizden döne döne yükseltirken zavallı bedeni karanlık gökyüzüne, saygıyla eğilin kovulmuşun varisine.

Fabrikadan yükselen alevler, gökyüzünü kızıla boyuyordu. Ege, ağzını kaplayan ölüm şarabında boğulurken zorla çıkan sesiyle son kez konuştu "Ara..." kekeliyordu, nefes almakta güçlük çekiyor, ciğerlerine kan doluyordu. "Eva'yı." dedi gözlerini kapatmadan önce. Biliyordu ki genç kıza yardım edebilecek tek kişi oydu. Başı yana düştü zavallı oğlanın, ruhunu karanlığın bilinmezliğine teslim ederken. Genç kızın kalbi ağzında atmaya başladı kucağında ölüm kalım savaşı veren adama bakınca.

Adamın hafifçe yanaklarına vururken "Aç gözlerini Ege! Ne olur." dedi yalvarırcasına, sesi sona doğru kısılmıştı. Gece, elini genç adamın boynundaki atardamarına götürdü. Nabzını hissetmek için bastırdığı parmağına gelen hareketlilik çok zayıftı. "Ölemezsin!" diye sayıklıyordu sessizce. Kimse delik deşik olmuş bir şekilde ölmeyi hak etmezdi sonuçta.

Daha fazla vakit kaybetmeden adamın pantolonunun cebindeki telefona yöneldi. Ege'nin ekranı kanlanmış telefonunu sildi kapüşonlusuna. Kilitsiz ekranı kaydırdı, rehberinde kayıtlı bulunan tek numarayı aradı. Eva... çalıyor... "Kim bu kadın?" sorusu yankılanıyordu genç kızın zihninde. İkinci çalışta açılan telefonun ucundan ipek gibi bir ses yükseldi "Ona ne oldu?" kadın, sanki adamın başına geleni biliyordu.

"Vuruldu..." sesi titredi genç kızın. "Ege'yi vurdular ve... Gelmeniz lazım..." dedi kız dudaklarından firar eden hıçkırıklarının arasından. Bedenine panik hakimdi. Genç adamın kalbinin durması an meselesiydi. Telefonun ucundaki kadın bir şey demeden genç kızın yüzüne kapattı.

Gecenin en karanlık saatlerinde uyku tutmamıştı kadını. Üzerine aldığı bordo saten sabahlığıyla yatak odasından çıkarak büyük malikanedeki en sevdiği yere, kış bahçesine doğru ilerledi. Beyaz güllerin kokusu, bahçeye yaklaştıkça artıyordu. İçinde anlamlandıramadığı bir huzursuzluk, tedirginlik vardı. Rahatlamak istiyordu.

Bahçeye girdiğinde çikolata kahvesindeki deri koltuğa attı kendini. En yakın dostu olan bir paket sigarayı kendisine eşlik eden kibrit kutusuyla birlikte özenle çıkarttı sabahlığının cebinden. Önündeki masada her zaman hazır olan viski şişesini açarak kendisine bir bardak doldurdu.

Bardağındaki alkollü sıvıdan birkaç yudum aldıktan sonra derince iç çekerek arkasına yaslandı. Koltuğun koluna bardağını koydu, sigarasının paketinin altına vurarak içerisinden çıkan dalı dudaklarının arasına sıkıştırarak çekti. Kutusundan çıkarttığı kibriti yakarak sigarasına yaklaştırdı. Tutuşan tütünden bir nefes alıp yanan kibritin alevini dudaklarından dışarıya verdiği sigarasının dumanıyla söndürdü. Ay oldukça parlaktı. Bahçeyi aydınlatıyordu.

Uzun zamandır görmediği genç adamı düşledi. Buklelerini, kahverengiliklerini, gamzelerini çok özlemişti. Koltuğun koluna koyduğu viskisinden bir yudum aldı. Acı sıvı boğazını yakarken zehirli dumanı ciğerlerine doldurdu. İçindeki kuşku adamı düşledikçe daha da artıyordu. Seslice nefes verip deri koltuktan kalktı kadın. Yoldaşları bir dal sigara ve bir bardak viski eşliğinde kış bahçesinde bulunan pikaba doğru yöneldi.

REQUIEMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin