Cesaret

188 26 102
                                    

Denizler kaynadığında, dağlar ikiye yarıldığında, güneş söndüğünde, ölü yıldızlar morglarına kaldırıldığında, gök gürlediğinde, ay ortadan bölündüğünde keyifle izler dehşete kapılanları, yedi büyük günahın efendisi olan altın bukleli oğlan. Berzah aleminden çaldığı altın elmaları sunar kendisinden yardım dileyenlere. Küçük bir ısırıkla uyanır karanlık ruhlar, dans eder Anpu'nun* Junkie* festivalinde.

Pembe dudaklarının arasında, içi Cannabis* dolu piposunda Chopin çalar altından olan. Alacakaranlığın sarmaladığı ormandaki görkemli şatosundan yalnız başına izler şafağı. Günahın tohumunu serpiştirdiği cennette filizlenir gülleri. Alevler fışkırır dikenlerinden. Dans edenlerin ayak sesi inletir yedi kat gökteki şatafatlı krallığı. Piposundan yükselen duman cennet bahçesini zehirler. Boğulur yücenin çocukları. Buklelerinin gizlediği öfkeyle süzülen yaşla gülümser kanadı kesik, kimsesiz bırakılan.

Tanrının gözünde, ateşe verir cenneti, altın bukleli kovulmuş oğlan.

"Cesaret?" diye fısıldadı adam, sesi boşluğa karışan bir yankı gibi soğuktu. Gözlerinde şeytani bir kıvılcım titreşti. Öylesine duygusuz, öylesine uzak... Adeta başka bir boyutta süzülüyordu. Gece'ye döndü, bakışları kızı yerinden edecek kadar ağır, bir o kadar da tehditkârdı. Ortamın kasveti, kızı bir mengene gibi sıkarken, genç adamın buz gibi varlığı havayı daha da ağırlaştırdı.

"Yalan söylüyorsun." dedi sükunetle, elini yavaşça kaldırdı, kardan daha beyaz, buzdan daha soğuk parmakları havada süzülerek kızın alnına doğru ilerledi. Parmak uçları, Gece'nin sıcak tenine değdiğinde, kıza acımasız bir ürperti dokunmuş gibiydi. Kızın yüzünde gezintiye çıktı.

"Gözlerinden..." elinin tersiyle kızın yanaklarına doğru indi. Sesi keskin, tıpkı ayazda donmuş bir bıçak gibi. Gece'nin dudakları titredi. "Yüzünden..." diye devam etti, eli, kızın ince boynuna doğru yol alırken. "Saç teline kadar..." dedi, siyah saçlarından bir tutamı parmağına dolayarak. Adamın gözleri, kızın her hareketini bir avcının avını izlediği gibi dikkatle süzüyordu. "Her yerinden okunabiliyor." deyip bakışlarını kızın dudaklarına indirdi.

"Ve biliyor musun, Gece?" diye fısıldadı, tehditkâr bir gülümseme dudaklarında belirdi. Pembe dudaklarını yavaşça yaladı, bakışları kızın gözlerine bir hançer gibi saplandı. "Ben yalancılardan nefret ederim." dedi adam. Sözleri, havada yankılanan Ege, genç kızın ense köklerine yapışarak yerinden doğruldu. Acıyla yüzünü buruşturan kız, adamın elinden saçlarını kurtarabilmek adına Ege'nin bileğine yapıştı.

  Genç adam, kızın bacaklarına tüm ağırlığıyla oturdu. Kız, adamın altında hareket edemiyordu. Adam, boşta kalan eliyle kızın çenesini kavramış, sertçe sıkıyordu. "Ege? Ne yaptığını sanıyorsun?" dedi kız zorla çıkan sesiyle. Adamı ne kadar üzerinden atmaya çalışsa da tüm çırpınışları boşunaydı. O kadar şeytani bir hale bürünmüştü ki, kız karşısında duran canavarın ne kadar tehlikeli olabileceğini idrak etmekte güçlük çekiyordu.

Ege, yüzünü yavaşça kıza yaklaştırdı, burnunu yanağına sürttü. Adamın soğuk nefesi tenine değdiğinde kızın içini bir korku dalgası kapladı. "Kanıtlamalısın." diye sakince Gece'nin kulağına fısıldadı. Sesi bir yılanın fısıltısı kadar sinsi, bir avcının sabrı kadar soğukkanlıydı. "Bana cesur olabileceğini kanıtlamalısın. Pençelerini görmek istiyorum Gece. Vahşileşmeni..." genç adamın bileğini tutmuş, onu uzaklaştırmaya çalışırken çırpınışları çaresizlikten ibaretti.

  Ege, zarif parmaklarını kızın çenesinden kaydırarak boynuna indirdi. Parmakları bir mengene gibi yavaşça sıkılıyordu. "Çıkar onları..." dedi başını yana yatırmış kızın gözlerine bakarken. Aç bir hayvanın sinsice yaklaştığı avına baktığı gibi bakıyordu. İstekle, açlıkla, özlemle ve fazlasıyla vahşice... "Bırak... Ege..." dedi genç kız kesik nefeslerinin arasından.

REQUIEMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin