Kutay, son sözünü söyleyip beni tek başıma bırakarak yemek stantına doğru ilerlediğinde, benim de arkadaşlarımın yanına dönmekten başka seçeneğim kalmamıştı. Artık kesinleşmişti. Kutay, arkadaşım değildi ve olmak da istemiyordu. İşte bu her şeyi çıkmaza sürüklüyordu. İleride ne olacaktı? Sahte sevgili yalanımız, sahte bir ayrılıkla sonlanacak ve bir daha görüşmeyecek miydik? Onu istediğim sürece yanımda kalacağını düşünmem çok mu aptalcaydı? Bunu konuşmamış mıydık? Onu aradığım geceki sohbetimizi tekrar gözden geçirip hatırlamaya çalıştım. Uykuya dalmadan önce o mahmurlukla bir şeyler mırıldandığımı anımsıyordum. Ancak onun cevaplarına dair kafamda en ufak bir hatıra yoktu. Arkadaşım değilse neden bana yardım ediyordu? Sırf bir anlaşma yapalım dedim diye miydi? Çok yardımsever olduğundan mıydı? Bu işten çıkarı neydi?
"Hale!" Derin'in yan tarafımdan dürtüklemesi ile düşünce girdabımdan kurtulup, tekrar masadakilere kafamı vermeye çalışsam da bunu başaramadım. Çünkü hemen yanımdaki sandalye çekilmiş ve Kutay dibime oturuvermişti. Ben, başımı ona çevirsem de o yeni doldurduğu çayına bakmakla meşguldü. Bir çay için mi orada öylece bırakılmıştım yani?
"Sana sesleniyorum kaç saattir. Bu kıyafetlerle mi katılacaksın oyuna?"
Üzerimdeki ince hırkam ve altındaki kot pantolonum uzun yürüyüşler için uygun değildi. Elbette değiştirecektim. Ama aklım o kadar doluydu ki bırak kıyafeti düşünmeyi, neredeyse buraya geliş amacımı unutturacaktı bana.
"Değiştiririm birazdan."
"Ödül neymiş? Daha doğrusu hazine ne?" Doruk, çocuksu bir heyecanla hem böreğini ısırıyor hem konuşmaya çalışıyordu.
"İzci rozeti gibi bir şey veriyorlar ama ödül o değil. Amaç doğa yürüyüşü, hazine aslında egzersiz yapıyor olmak."
"Duyduğum en boktan hazine." Cenk homurdanarak konuştuğu sırada önümden bir el ortadaki brownielere uzandı. Ve bu hareketiyle birlikte aklım yine kaçındığım konulara kaydı. Sağıma dönüp brownieyi iştahla yiyişini gördüğümde, ona sinirli de olsam dudaklarımın kıvrılışını önleyemedim. Mimiklerinin her lokmada tatmin oluşunu izlemek aşırı zevkliydi.
"Ben yaptım. Beğendin mi?" Sesimi soğuk tutmaya çalışmıştım ancak vereceği yanıta duyduğum ilgiyi gizleyemedim. Resmen ondan övgü almayı bekliyor gibi görünüyordum. Bir şey söylemeyip ikinci dilime uzandığında, bunun aslında onun sessiz cevabı olduğunu anladım.
"Poğaça ve sarmayı da ben yaptım. Onlardan da ye."
Göz ucuyla bana bakıp lokmasını yutkundu. Hafifçe başını aşağı yukarı salladığında memnun olarak tekrar masadaki muhabbete döndüm.
"Lisede koşu takımındaydım, yürüyüşün o kadar zorlayacağını sanmıyorum. Göktuğ'la kazanacağımıza eminim." Beste'nin neşeli cıvıldaması masada sadece Duru'ya etki etmişti. O da bu oyun için heyecanlı olan kısımdaydı. Benim oyun ya da ödül umurumda değildi. Sadece iyi bir fotoğraf yakalamak istiyordum.
"Bir dakika ya grupça mı yarışıyoruz?" Doruk'un sorusuyla hepimiz bakışlarımızı Derin'e yönelttik. Aramızda bu konuda bilgili olan tek kişiydi.
"Yürüyüş yolunda birkaç sapak, göl ve tırmanacağımız ufak tefek tümsekler var. Tek gitmek tedbir amaçlı yasak o yüzden. Grup için de en fazla üç kişiye kadar izin var."
Benim grup arkadaşım hemen hemen belli olduğundan sağıma döndüm yine. Onu dudaklarında sarmayla yakaladığımdaysa kıkırdadım. Oyunu belli ki dert etmiyordu. Şu an tüm önceliği midesiydi.
"Sen hep bu kadar iştahlı mıydın?" dedim bir kaşımı kaldırarak. Ağzına bir sarma daha atıp bitirdiğinde, sonunda tam anlamıyla yüzünü bana dönmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Uzak'a Yakın | Texting
RomanceHale, sosyal medyada yazdığı bir yorumun hayatını bu denli değiştireceğini nereden bilebilirdi ki.