2/Kırık Olmak

978 70 22
                                    

Karanlık insanın ruhunu ele geçirdiğinde bir yol aramak saçma olurdu. Ya oturup aydınlığı beklersiniz ya da karanlığa alışıp onu tanımaya çalışırsınız.

Ben zaten karanlığa alışkındım. Bu yüzden bir defa da olsa aydınlığı beklemek istiyordum.

En başta ellerimi hareket ettirmeye çalıştım. Bir sıkıntı yok gibiydi. Ayaklarım da aynı şekilde hareket ediyordu. Gözlerim açıldığında görüşüm bulanıktı. Hatta sol gözüm görmüyordu. Yüzüme bir oksijen maskesi takılmıştı. Ağzım hafif aralıklıydı ve dudaklarımda kurumuştu. Üstüm de çıplaktı sadece bir kaç kablo bağlıydı.

Etrafıma baktığımda bir hastanede olduğumu anladım. Odaya açık gri rengi hakimdi ve bir doktor için gerekli malzemelerin hepsi buradaydı.

Elimi zorla kaldırıp yanımdaki acil durum düğmesine bastım. Damağım susuzluktan birbirine yapışmış gibiydi ve yutkunamıyordum. Hem ne olduğunu hatırlamıyordum bile. Sadece yağmurdan saklanmak istediğim için bir ara sokağa girmiştim. Bu kadardı.

Kapı bir anda açıldığında irkildim ve o tarafa baktım. Üstü darmadağın olmuş bir kadın ve adam göz bebeklerinde ki endişeyle bana bakıyorlardı. Onları itekleyerek içeri giren doktorsa şaşkındı. Nefes nefese kalmıştı.

Sonunda yanıma geldiğinde cebinden bir kalem çıkardı ve Sağ gözümü iki parmağıyla açıp ışığı yaktı. "Geçmiş olsun,nasıl hissediyorsun?"

"Ben tam hatırlamıyorum," diyebildim ağzımdaki oksijen maskesiyle." Sol kulağım çınlıyor ve net duyamıyorum."

Sol gözümü de iki parmağıyla açıp ışığı tuttu."Peki sol gözün? Görüşün nasıl?" Kendimi biraz zorlayıp odaklanmaya çalıştım ve bu sırada kapıdaki adamla kadının yanı başıma kadar geldiğini fark ettim.

"Neredeyse hiç göremiyorum." Işığı gözümden çekip sıkıntılı bir nefes aldı.

"Bak delikanlı, sol kulağının zarı aldığı darbeden dolayı hasar görmüş ve uzun bir süre bu çınlamalar olabilir. Tedaviyle bir kaç aya düzeleceğini düşünüyorum. Sırtındaki bir kaburga çatlamıştı, bir darbe daha alsaydı kırılıp iç organlarına hasar verebilirdi. Alçıya aldık ama en az altı hafta sabit kalması lazım. Bunlar tedavi ile zamanla düzeltebilecek olanlar. Maalesef sol gözün için iç açıcı bir konuşma yapamam. Elbette tedavi göreceksin ama dediğim gibi bu zor bir ihtimal."

"Çok mu zayıf bir ihtimal bu?" Dedim sönük bir sesle. Ne olmuştu da bu hale gelmiştim?

"Dediğim gibi zor bir ihtimal ama tedavi olmadan bilemeyiz." Ellerini önlüğün cebine koydu ve yanımdaki adamla kadına döndü. "Sadece beş dakika Zühre hanım ve Ferit bey sizinle dışarıda konuşmamız lazım." Yanımdaki adam bana baktıktan sonra doktorla odadan çıktı. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ve elimle yüzümdeki oksijen maskesini çıkarttım.

"Oğlum," dedi yanımdaki kadın. Sesi çok titrek çıkmıştı."Daha tam iyileşmedin, lütfen tak onu." Ağlıyor muydu?

"Siz," dedim merakla "Siz kimsiniz ve neden ağlıyorsunuz?" Ellerini yüzüne kapatıp daha çok ağlamaya başladı. Sadece iç çekerek ağladı. Biraz sonra kendini toparlayıp tekrar bana baktı.

"Zühre Alkor, yani adım bu. Yanımdaki adam da eşim Ferit Alkor." Tekrardan iç çekti.

"Tamam ama ben sizi tanımıyorum. Bu isimleri de daha önce duymadığıma eminim." Sakin kalmak istiyordum ama şu an yaşadığım bilinmezlik çok fazlaydı ve bu beni geriyordu.

"Dört gündür yoğun bakımdasın ve iç kanama geçirdin. Doktor yaşama ihtimalinin düşük olduğunu söyledi ama şimdi yaşıyorsun, benimle konuşuyorsun. Çok şükür Allah'ım." Konuyu değiştirmişti ve ilgimi çekmeyi de başarmıştı.

Dört gün boyunca burada uyumuş muydum yani?

Kapı açılıp içeriye az önce doktorla giden adam geri geldiğinde Zühre hanım onun yanına gitti ve ona sarılıp tekrar ağlamaya başladı. Ne çok ağlıyordu bu kadın.

"Zühre, yapma böyle. Kaç gündür ağlamaktan bitap düştün." Zühre hanım bir çocuk gibi omuzlarını silkti. Kollarını Ferit beyden ayırdı ve bana doğru döndü.

"Görmüyor musun Ferit oğlumuzu ne hale getirmişler? Ya bir şey olsaydı? Yıllar sonra onu yeni bulmuşken..." devamını getirmeden tekrar ağladı. Ama dikkatim onda değildi.

Az önce ne demişti o? Oğlumuz mu?

"Bir dakika, ne dediniz?" Ferit bey yüzünü sıvazlayıp yanıma adımladı.

"Konuşacağız Çağan Ali, konuşacağız. Önce iyileş." Kaşlarım elimde olmadan çatıldığında. Yüzümün sol tarafına giren ağrıyla inledim ve gözlerimi kapattım.

"İyi misin? Ne oldu?" Gözlerimi açıp yüzüne baktım.

"Şimdi konuşacağız, burada." Sesim sert çıkmıyordu ama itiraz istemeyen yanımı anlamıştı sanırım.

"Bak, konuşuruz ama nasıl karşılarsın bilmiyorum."

"Ben senin babanım ve Zühre de annen."

Ne?

"Ne demek babanım? Ne diyorsunuz siz Ferit bey?" Yerimden doğrulmaya çalıştım ama belimin neredeyse tamamı alçıya alınmıştı.

"Daha fazla hareket etme, anlatacağım." Tekrardan arkama yaslandım.

"Sen erken doğdun, aslında ikiz bebek olduğunuz için erken doğum oldu. Annen ilk kez doğumda bu kadar zorlandı. Önce Ceylin doğdu yani ikizin. Sıra sana gelmişti ama annen dayanamadı ve bayıldı. Senin doğumun normal doğum olamadı. Beni de çıkarttılar içeriden ve dört saat daha içeride kaldı annen."

Puslu bakışlarım Zühre hanıma döndüğünde odanın köşesinde yere çöküp hıçkırarak ağladığını gördüm. Ferit beyin de sesi titriyordu.

"Sonra annen çıktı durumu kötüydü. Yoğun bakıma alındı. Seni sordum doktora," dediğinde daha fazla dayanamadı ve yanıma oturup ağlamaya başladı. "Öldü dediler oğlum, bana oğlun öldü dediler. İnanmadım. İnanmak istemedim." Sağ gözümden bir yaş düştüğünde elimi kaldırıp sildim.

"Sonra beyaz bir örtüyle getirdiler seni. Kucağıma verdiler. Yüzün solgundu. Nefes almıyordun. Vermek istemedim seni. Ama aldılar. Kendi ellerimle gömdüm seni." Ağladığı için kesik kesik konuşuyordu.

"Ben..." konuşamadım. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Burnumun direği öyle çok sızlıyordu ki...Ağlamak istiyordum.

Tüm bunların kabus olmasını istedim. Yıllarca sokakta kalmamış olmak istedim. Normal bir çocuk olmak istedim.

Normal bir çocuk olsaydım belki onları tanımak isterdim.

Ama ben ne normaldim ne onlarla tanışmayı isteyecek kadar masum.

Ben bir hırsızdım.

"Çıkın." Diye mırıldandım. Ferit bey kırgın bakışlarını bana çevirdi ama umursamadım. Bende kırgındım. Hatta kırıktım.

"Çıkın buradan!" Sesim yükseldiğinde Ferit bey kalktı ve Zühre hanımın yanına gitti. Kulağına doğru bir şeyler söyledi ve onu kucağına alıp çıktı odadan.

Konuşmak istediklerini biliyordum ama ben konuşacak durumda değildim. Hastane yatağında öylesine tavana bakmaya başladım. Gözümdeki yaş süzülüp ince bir damar gibi yanağımdan yol aldı.

"Ne yapacağım ben?"

------

Tekrardan merhabalar. Bugün ikinci bölümü paylaşmak istedim çünkü daha kitabın başındayken çok ara vermek istemedim.

Bölümü yazarken neredeyse ağlıyordum desem...

İyi okumalar.

(Arkadaşlar lütfen oy vermeyi unutmayalım. Benim için motivasyon kaynağı oluyor.)

İSİMSİZ SIZILARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin