artık karanlıkla barışığım, ihtiyacım olan içimdeki gölgeydi, zehir değil

190 42 32
                                    

Chan

Issız gece ormanın sessiz çığlıklarına perde olmuştu. Sabahki son saldırı sırasında Saugenay'ın neredeyse bütün kıyı şeridi boyunca dolaşan ince uzun ormanları kül olacaktı. Savaşın belkide en zor tarafı buydu, tanrının planına dahil olmayan masumların yitişi demekti savaş. Burada ki tanrılar ise bizdik. Taş üstünde taş, baş üstünde baş kalmayana kadar Drakenvallei'in sınırına sürecektim atımı. Ya da en azından öyle düşünüyordum. Ay tenli çocuğun biri yüzünden savaşı bırakmak isteyeceğimi söyleseniz, eskiden olsa muhtemelen birkaç saniye içinde canınızdan olabilirdiniz.

Gerçi Prens Seungmin'in karşıma çıkmasını ve korkaklık etmeyerek en azından halkının canını kurtarmak için ayaklarıma kapanmasını bekliyordum. Umarım bunu yapmazdı. O kadar çok istiyordum ki o halkın üzerine kurulduğu kayalıkların bedenlerine mezar olmasını. Yinede içimde değişik duygular hakimdi. Eğer benden af dilese onun canı karşılığında halkını bağışlar mıydım? Birkaç hafta öncesine kadar mı, kesinlikle hayır. Peki ya şimdi, bir ihtimal. Bunun sebebi merhametti ama kesinlikle Drakenvallei'e karşı değil. Ay Işığı Prensi'ne karşı sevgi ve merhametimin sembolüydü bu, sadece başlangıç için. Prens Seungmin'in cezasını kesmesi gereken oydu, ben değildim. Eğer bana bunun için en ufak bir işaret verse varım yoğum ne varsa ortaya koymaya hazırdım. Bunu içten içe biliyordum. Peki ya sonunda sınır hattına çekilen Drakenvallei'in sonu ne olacaktı şimdi?

⚜⚜⚜

"Prens Chan, efendim kardeşiniz ve Kral Yang komutanlığa geldi. Sizinle konuşmak istiyorlar."

Askerlerden birinin verdiği haber ile çadırda doğruldum isteksizce. Başımla onayladım sessizce, daha sadece birkaç gündür buradaydık. Ama bu oldukça yorucu ve güç geçen bir savaş oluyordu. Tamamen hazırlıksız yakalanmış ve savaşa dahil olduğumuzda çoktan ateş gücünün çeyreği kadarını kaybetmiştik. Neyseki Drakenvallei en büyük silahını getirmemişti, ejderhalarını. Bunun sebebini ilk başta iklim veya strateji sanmıştım. Ama şimdi daha iyi anlıyordum ki asıl amaç bambaşkaydı. Bizden bile daha gizli ve yüksek bir amaç. Ne olduğunu en kısa zamanda çözmeliydim. Kim Hanedanlığı bunun için oldukça uzun süredir hazırlanıyor olmalıydı. Gerçi Prens Seungmin dışında hiç bir hanedan üyesi ile fiziksel temasa geçmemiştik uzun zamandır. Bizden mi saklanıyorlardı? Yoksa veliahtlarının zeka ve öfkesini kendilerini gizlemek için mi kullanıyorlardı? Bunu kestiremiyordum. Bildiğim tek şey vardı, oda bu savaşın aslında bir intikam savaşından çok daha fazlası olduğuydu. Birşeyler dönüyordu ama biz bilmiyorduk. Burada ki bulmacayı nasıl çözeceğim konusunda ise gerçekten hiç bir fikrim yoktu. Bir haber bekliyordum, bir ipucu, herhangi bir işaret.

Kafamı tam olarak kullanamıyordum çünkü bir yarısı hep Lyonesse'deydi. Aslında Prens Hyunjin'de. Onu son gördüğümde yaşananlar, gözleri, hareketleri ve o, o ışık patlaması. Hepsi için açıklamalar bulmalıydım. Onun yanında olmak istiyordum. Hemde her şeyden çok istiyordum. Bir anda içimde bir bıkkınlık peydahlanıyordu, her şeyi bırakmak ve ona koşmak istiyordum. Kurdumun acısını hissedebiliyordum. Son günlerde çok huzursuzdu, ondan haber almalıydım. Buna mecburdum, ne olursa olsun. Bir mektup, bir büyü veya elçi.

Kafamda tüm bu cevapsız sorular ve ihtimaller havuzunda boğulurken çadırın içine giren iki vücut dikkatimi onlara vermemi sağladı.

"Hyung, iyi misin?"

"İyiyim Jeongin, merak etme."

Ayağa kalkarak babama selam verdim, Jeongin gelip elini omzuma attı.

Psyche [DÜZENLENİYOR/DEVAM EDİYOR]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin