Onlara yardım etmeyi teklif etmiştim. Bilmiyorum, hani olur ya bazen insan başkalarının yanında yabancılık çekmez. Hatta tam tersi olur, sanki yıllardır tanıyormuş gibi hissedersin. Böyle yanında mutlu olursun, kırgınlıklarına rağmen içtenlikte gülersin. İşte aynen öyle hissediyorum, ama nedenini bilmiyorum.
Teklifimi kabul etmişlerdi, bizde evime giden rotayı değiştirerek Sinan'a doğru yola devam ettik. Aziz bana evimin yakınlarında sormuştu, eve gidip üstümü değiştirmek isteyip istemediğimi, bende onu geçiştirdim. Çünkü biliyordum, eğer eve gidip üstümü değiştirseydim bir ağırlık çökecekti üzerime. Zaten de hava bozuktu bi bu tetikliyordu. Hira'nın giysileri üzerime yapışmış bir şekilde ayrı bir ağırlık yüklüyordu. Hem eve geçince ne yapacaktım sanki, bir iki saat boş boş oturup yemeki hazırlayacaktım.
Hem biraz farklılık iyidir arada bir, yarın çalışacağımı gözden geçirirsek eğer bence bugün biraz kafa dinleyebilirdim.
Tabii Aziz de onayladıktan sonra, Sinan'a güzel bir fırça çekti. Çocuk yemek yemeyi çok seviyordu sanırım, kendinden geçiyordu resmen. Sinan'ı bir nevi çözmüş sayılırım. Fazla onu görmesem de, farkına vardığım kadarıyla fazla enerjik, azcık çapkın gibi. Daha doğrusu gördüğüne yürüyor deli oğlan :)
Sonra açık sözlü ve neşeli. Azize kıyasla, o yeri geldiğinde ciddi olabiliyor. Ama sanırım Sinan daha çok çocuksu yanını yaşıyor ve her şeye gülüp geçiyor. Belki de onun geçmişi tetiklemişti onu böyle bir kişiliğe sokmaya.
„Sinan'ın yavşaklığını affet lütfen. Yemek onun için hayat demek. Yemeksiz yapamıyor, hele hele açken ayrı bir kişiliğe bürünüp böyle saçma sapan hareketler yapıp konuşuyor" dedi mahçup bir şekilde. Başımı ona doğru döndüm "önemli değil. Tahmin etmiştim zaten. Onun adına kendini kötü hissetmene gerek yok. Gerçekten." Bana döndü ve tebessüm eden yüzüme bakınca o da tebessüm edip "teşekkür ederim..yoncam" dedi.
Sürekli, daha doğrusu arada sırada yoncam diyordu. Yada ben öyle anlıyordum. Çünkü cümlenin sonunda sesini hep sessizleştiriyor. Ama bilmiyordu ki, ben dikkatli dinlerim, çocukluktan kalma bir şey idi bu. Ama bu altı hece dudaklarına çok yakışıyordu. Bir gün ona bu yonca meselesini soracaktım, ama o gün bugün değildi. Yada şuan değildi.
🍕🤭
Yol boyunca sessiz kalmıştık. Sadece dışarıda yağan yağmurun şarıl şarıl sesi duyuluyordu, su birikintisinden geçen araba tekerliklerin haşır haşır sesi..
Sinyal verip sol yolu izlemeye başladı. Yağmur, Rüzgardan dolayı görüş açım buğulsa' da tek tük bir kaç ev görebilmiştim. Araba yavaşladı, ve Aziz sinyal verip arabayı sağ tarafta olan garaja doğru sürdü. Arada mesafe vardı, sonra bana "Aylin, topido gözündeki anahtarı alır mısın?" dedi. Bende dediğini yapıp, arabanın torpido gözünü açıp, orada duran anahtarı alıp ona uzattım.
Elimde tuttuğum anahtarı onun elisiyle temas etti. Mayday, maydayyyy!!!
Anahtarı onun avucuna bırakarak elimi çektim. O da anahtardaki bi düğmeye basıp, garaj kapısını açmış bulundu. Anahtarı kendi koltuğundan çapraz bir şekilde, üzerimden, tekrar torpido gözüne koydu. ÜZERİMİZDEN?!!!
O da daha fazla oyalanmadan, arabayı garajın içine sürdü. Sürmesi ile de garaj kapısı kapandı.Oyalanmadan arabadan inip, onunla beraber garaj kapısının yanında duran bir başka geçiş kapısından geçtik. Ben önde, o arkada. Beş basamaklı bir merdiven yukarıya çıkıyordu. Bana yolu gösterdikten sonra, o merdivenleri çıkıverdik.
Loş ışıklar gözlerimi kamaştırıyordu. Sol tarafımda kömür rengindeki ahşap dış kapı duruyordu. Vücudumu 180 derece çevirince tatliş büyük bir salon beni bulmuştu. Masmavi olan koltuklarıyla çok güzel bir atmosfer yaratılmıştı. Bunda sanırım Asiye teyzenin zevkine hayran kalmıştım. Yani büyük ihtimalle onun işiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DAMAR YOLUNDAN AŞK
Romance"Sen de benim kadar gerçekleri görüyorsun. Beraber olamayız, benim gibi biliyorsun. Bir başka dünyanın insanısın.." Salonda gözlerimiz kesişti. Onca insan arasında birbirimize kederle bakıştık. Etrafımızda olan insanlara aldırış etmeden, gözlerimiz...