Benim sevdiğim renkler
onun gözlerine yansımıştı oysa..Aylin Yaygara
Yarın yani pazar günü, tüm kadro bovling oynamaya gidecektik. Hira da herkesin numarası olduğu için bir grup açtı ve son bir kaç saatır yarınki buluşma hakkında konuşuyorduk...
Kendimi bir anda sarma sarmakta bulmuştum. Bir yandan annem ile sohbet ediyordum öte yandan beraber mutfakta sarma sarıyorduk. Uzun zamandan sonra ana kızlı ( ikimizde tülbentliyiz tabi bu arada) tekrar sarma sarıyorduk, yeni farkına varmıştım. Annemi inceledim. Ne çok özlemişim onunla ayrıdan vakit geçirmeye. Peki tam şuan zaman durabilir miydi..?
"Anne.." deyi verdim, anılarımdan sıyrılırken. "Efendim güzel kızım," annemin güler yüzünü görmek, ömre bedeldi. "Seni çok seviyorum" dedim içten. Oysa şunu fark etmiştim. Yanımızda sevdiğimiz insanlar olunca ya sürekli seni seviyorum der insan, yada öyle birden bire der ki, karşısındakini duraksatır. Evet karşımdaki insan, mesela benim vaziyette annem, bana hem sorguluyucu bakışları ve bana gülümser bir yüz ifadesi ile bakıyordu. Oysaki kötü bir şey dememiştim.
Sadece iki kelime dökülmüştü dudaklarımdan: seni seviyorum.
Seni - seviyorum.
"Bende seni çok seviyorum güzel kızım, hayırdır noldu?" tebessüm ettim. İşte bundan bahsetiyordum, ya sorgularlar ama masumca. Yada nezaketen aynı kelimeyi söylerler :)
"Hiç öylesine, içimden geldi." Annem kafasını sağ sola sallayıp, gülümsedi.
Gülümsemen o Nur yüzünden hiç eksilmesin, anneciğim.
Son yaprakları açarken, kapının zili çaldı. Anneme fırsat vermeden, önce ben atıldım sandalyeden. "Ben bakarım, sen otur anniş" ben kapıya doğru varırken annemin arkadan "var sende bir haller yaa!" bağırdı. Kapı bir ikinciye çalması ile bende kapıya varıp açabildim sonunda. Hastanede fıldırıklı bir şekilde oradan oraya koşan Hemşire Aylin, evde olunca dünyanın en uyuz insanı olabiliyor ;) beni övdüğün için teşekkürler iç ses..
Kapıyı açmam ile karşımda elinde anahtarı tutan babam duruyordu. "Hoşgeldin babiş" dedim ve yanağısını sım sıkı öptüm. Ardından ona yol verip eve girmesini bekledim, ardından da kapıyı kapattım."Hoşbulduk kızım, hayırdır ne bu hiperaktiflik?" "Hiç.." diye geçiştirdim. Hakaten bu enerjim nereden geliyordu, sanırım işe gitmemekten. Ve çocuklar ile tekrar buşuşmam ve buluşacak olmam moralime iyi geliyordu.
Babam salona geçti, bende mutfağa. Annem de son sarmayı sarıp tencereye koydu. Etrafı bi güzel toparladık, ardından sarmayı pişirmek için ocağın üzerine bıraktık. Annem de babama yemek hazırlarken, bende birer kahve yapıyordum üçümüze. Pınar, abim ve mirasu ise ailece vakit geçirmek için dışarı çıkmışlardı. Günü birlik bir gün geçireceklerdi.
Aralık ayına bakılınca, fazladan sicaktı. Zaten bizim burada, yani Almanya'da, hava şartları hiç beklediğin gibi olmuyor. Bi hava durumuna bakarsın güneşli gösterip dolu yağdırır, bi bakarsın fırtına gösterip güneş açardı. Zamanla hava durumuna bakmaman gerektiğini öğreniyor insan. İşin bi yanı ise dört mevsimi bir günde yaşayabilirsin..
Kahveleri salona götürmem ile, babam da sofra' dan kalktı. Anneme ve babama ait fincanları verdikten hemen sonra, bende gittim karşılarına tek kişilik koltuğa oturdum. Oturduğum koltuğun yanında televizyonumuz duvara asılı bir vaziyette duruyordu, çaprazımda da ise büyük iki/ üç kişilik bir koltuk vardı. Hatta geçen bahsetmiştim size, hani annemin ve pelinin arasına oturduğum (sıkıştığım) o koltuk.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DAMAR YOLUNDAN AŞK
Romansa"Sen de benim kadar gerçekleri görüyorsun. Beraber olamayız, benim gibi biliyorsun. Bir başka dünyanın insanısın.." Salonda gözlerimiz kesişti. Onca insan arasında birbirimize kederle bakıştık. Etrafımızda olan insanlara aldırış etmeden, gözlerimiz...