12-

1K 132 67
                                    

25.05.24
Yalkın Dağıstanlı

Şu dünyada hangi ülke olursa olsun, nereden bahsedersek bahsedelim parası olan daha rahat bir hayat yaşar; okul, ev, hastane, iş yeri falan da fark etmez. Öylesine bir ilçe hastanesinin özel yoğun bakımını parayla açtırdım; Rutkay ve tanımadığım o kadın orada. Durumu giderek kötüleşen kardeşimi bağladıkları monitör bazen sırf kırmızı yanıyor; yanındaki kadının durumu da aynı.

Cam duvardan içi gözüken yoğun bakıma bakmayı kesip orayı gösteren misafir alanının sessiz refakatçisine baktım; on dokuz yaşındaymış, gözleri ve yüzünün çöküklüğü, bedeninin iri yapısı onu daha yaşlı gösteriyor, gözlerini annesinden bir saniye bile ayırmıyor.

"Annen iyi olacak," dediğimde algılaması birkaç saniye sürdü, sonra sessizce başını salladı.

"Senin de oğlun." Oğlum mu? Rutkay mı? İstemsizce güldüğümde bana baktı, "Oğlunuz değil mi?"

"Kardeşim." Kusurla ilgili bir şeyler söylerken yine önüne dönmüştü. Cevahir'e bu kadar nasıl benzeyebilir, Rutkay'ın bulduğu çocuk bu mu?

"Abi." Cevahir yine odaya girdiğinde ona baktım, yanıma gelirken gözleri Rutkay'daydı. Yanımda duran koca paşa önümde diz çöktü. "Acil kan gerekiyormuş."

"Tamam oğlum, bulunur. A..."

"Abi çok acil diyorlar. Çok acil!" Başını dizime koyduğunda ellerim saçlarına gitti.

"Ben verebilirim." Yanımdaki çocuk da sessizce bize katıldı.

"Gerçekten mi?" Hızla herinden kalkan Cevahir'in gözleri parlıyordu. "Ama neden ki?"

"Ne neden? Yapmamam için bir neden yok." Yorgunca ayağa kalkan çocuk, camdan annesine baktı. Gözünden düşen yaşı yansımasından gördüm. "Gidelim."

Cevahir kalkacakken ben kalkıp onun omzuna tuttum. Beraber misafir gözlem alanından çıktık. Bir elim omzundayken doktorların yönlendirmelerini takip ettik, kan uyumunu sormasak da tutmuştu. Alındığımız özel kan verme odasında uzandığı sedyede kan veren çocuk, sessizce tavanı izliyordu.

"Adın ne?" Aslında adını, sanını öğrensem de neden  Satılmış olduğunu kavrayamıyorum, kim çocuğuna böyle boktan bir isim koyar ki?

"Satılmış." Sesi dahi yorgun çıkmasıyla iç çektim. Benim ilk zamanlarıma benziyor, her şeyiyle. Konuşmak istemediğini, hatta duymak dahi istemediğini görüyorum ama susarsa kaybolur, benim gibi. "Annem... Annemi koruyamadım."

"Bizler insanları korumak için yaratılmadık çünkü," dediğimde bana baktı. "Çok azımız acı dolu yollarla bunu başarabiliriz. Askerlik, doktorluk gibi insan hayatına bağlı meslekleri icra etmek bile göründüğü kadar kolay değildir. Çünkü insan, insanı korumaya adansa dahi kendisi de insan olduğundan her şeye yetişemez, her şeyle savaşamaz. Ölüm var bir kere."

Gözlerime yorgunluk ve acıyla bakan çocuk bir de gözyaşı döktüğünde istemsizce elim omzuna gitti.

"Yetişmek zorundaydım. Annemi korumak zorundaydım. Yapamadım. Yapamıyorum." O hıçkırıklarla ağlamaya başladığında ayağa fırlayıp yattığı halde ona sarıldım, başından öptüm.

'Koruyamadım anne! Kardeşlerimi koruyamadım! Onlara uzanamadım, tutamadım ellerinden.' Acı dolu haykırışlarımla annemin eteğini kavradım. 'Anne, kardeşlerime nefes aldıramadım! Yapamadım! Yapamıyorum. Anne yapamıyorum.'

Kendi çığlıklarımın benzerinin fısıltısını bu çocuktan duymak yüreğime dayanılmaz bıçaklar batırıyor. Başından öpüp, daha sıkı sarıldım. O çocuk kendini kaybedip ağlarken tek yapabildiğim omuzlarından sıkıca tutmaktı.

Satılmış -erkek versiyon-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin