AYSEL, GİT BAŞIMDAN
Aşk acısı, insanın ruhunun en derin noktalarına dokunan, tarif edilemez bir hüzün ve boşluk hissiyle saran bir duygu durumudur. Kalbin her atışında, kaybetmenin verdiği derin yara yeniden açılır ve her hatırada yeniden kanar. Geceleri uykuyu bölen, gündüzleri neşeyi gölgeleyen, insanı kendine yabancılaştıran ve dünyaya karşı duyarsızlaştıran bir ıstıraptır. Bu acı, zamanın akışıyla bile kolay kolay hafiflemeyen, insanın benliğine işleyen bir tür iz bırakır. Sol yanına saplanan ve her nefeste daha da derine işleyen bir bıçak gibidir. Sanki kalbinizi sıkıca saran dikenli bir tel, her hareketinizde daha fazla acı verir. Bu acı, durmaksızın yağan bir yağmurun altında kalan bir ateş gibi, sönmeyen ama sürekli azalan bir ısrarla yanar. Bir yanardağın derinlerinde biriken lav gibi, patlamaya hazır bir enerjiyle doludur, fakat dışarıya çıkamadan içten içe yanar ve tüketir.
Akşamın verdiği serinlik içimi sızlatmıştı. Aslında yaz ayı yaklaşıyordu. Hava da çok soğuk değildi. Esen bu meltem aksine benim içimi ısıtmak yerine soğuk soğuk işliyordu. Her zamankinden daha fazla üşüdüğümü hissetmiştim. Üzerimdeki cekete sarıldım, kollarımı bağladım karnımın üzerinde. Güneş batıyor ben de battığı yöne doğru ufka yürüyordum. Kalabalıktı etrafım. İnsanlar bir kargaşayla yanımdan geçip gidiyordu. Hepsine olmasa da bakabildiğim kadar bakmıştım onlara. Çoğunda hep aynı telaş, aynı heyecan vardı. Yetişmeye çalıştıkları bir ev ya da biri vardı belli ki. Ben de yürüyordum onlar gibi. Ama bendeki bu telaş neydi? Ben nereye yetişiyordum ki? Acelem neydi? Kimeydi? Yüzümdeki hayal kırıklığı, kalbimde bir boşlukla öylece yürüyor üstelik hiçbir yere de varmıyordum. Düşünmeye devam ettim. "Neden?" diye sordum önce. Bir cevap alamıyordum. Neden bana bunu yaptı? Neden benimle böyle dalga geçti? Ben ona ne yapmıştım? Sorduğum sorular bir cevaba kavuşamadan boş bir duvara çarpıp geri sekiyordu yüzüme. Yüzüme öyle bir yapışıyordu ki her seferinde, bir kez daha düşünmek zorunda kalıyordum. Sorduğum tüm soruları yeniden soruyordum ve aynı döngü içinde sıkışıp kalıyordum. Ruhum bedenime sığmıyor gibi hissetmiştim. Ya da ben bu dünyaya sığamıyordum.
Küçük bir barın önünde durduğumda kendime biraz olsun gelmiş gibiydim. Önce durup bara baktım. Kimsecikler yoktu. Bu durumu lehime çevirip içeri girmeye karar verdim. İçeri girip önce süzdüm her yeri. En köşedeki boş masayı seçip oturdum. İçim ısınmıştı biraz da olsa. Dedim ya, hava soğuk değildi ki. Ceketimi bile çıkarmadan öylece oturdum bir süre orada. Tek başıma, yalnızca. Çok geçmeden yanıma orada çalışan bir genç geldi. Yaşı benden küçüktü belli ki. "Hoş geldiniz, bir şey alır mıydınız?" Bu soruya karşılık bir süre düşündüm. Çok geçmeden kararımı vermiştim. "Viski." dedim tek kelime ile. Verdiğim karara şaşırmadım. Kendime de şaşırmadım o an. Ya da şaşırmak istememiş ve bu durumumu geçiştirmiştim kafamda, bilemiyorum. Çalışan çocuk yanımdan ayrıldı siparişi getirmek için. Yine yalnız kalmıştım bir süre. Kafamdaki sesleri susturmanın şu an için basit bir çözümüydü belki de. Umarım susarlardı, umarım beni rahatsız etmezlerdi. Viski gelene kadar kendime yalnız kalmak için biraz daha zaman ayırıp bir kez daha sordum boşluğa. "Neden?" Bu sefer sesli çıkmıştı bu soru. Ağzımdan o harfler teker teker dökülmüştü. Konuşmanın beni rahatlattığını hissettiğim için tekrarladım bir kez daha. "Bunu neden yaptın?" Umursamak istemiyordum ki bunu ben. Zaten böyle işler de kafaya takacağım son şeydi. Ama hayatımın ve benliğimin tepetaklak oluşunu hissedebiliyordum. Değişiyordu, zamana yenik düşüyordu. Hatta belki de kadere...
Kaderin ellerinde şekillenen hayatlarımız, zamanın akışıyla anlam kazanır; her an, geleceğe uzanan bir köprüdür ve her adım, bizi yazgımızla buluşturur.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KESTİK! (TAMAMLANDI)
RomanceYa hayatını yeniden yazma şansın olsaydı? Selim, kendini yetersiz gören ve bir türlü alanında başarı sağlayamayan bir senaristtir. Gecesini gündüzüne kattığı ve emek verdiği senaryosu, izleyicilerin istediği gibi olmadığı, mutsuz bir sonun her zaman...