18. BÖLÜM: SONA ÇEYREK KALA

21 3 0
                                    

SONA ÇEYREK KALA

Zaman, sen onu nasıl yaşıyorsan aynı o şekil işliyormuş. Anlamıştım. Kör bir kuyunun içindeymişim gibi, sesimi kimse duymuyormuş gibiydi. Hoş ya, ben de bağırmıyordum zaten. Ama yine de biri beni görsün, duysun oradan çekip çıkarsın diye umut etmiştim. Gözlerim hâlâ kapalıyken, dizlerimin bağı çözülmüştü. Ayağı kalkmış olsaydım eğer, hemen yere düşerdim kesin. Göğüs kafesim hızla inip kalkıyordu. Titrek bir şekilde elimi kalbime götürdüm. Onu, oradan çekip çıkarmak istercesine sıktım sol tarafımı. Her bir atışında çıkardığı sesi duyabiliyordum. Belki de buna sevinmem gerekiyordu. Çünkü hâlâ atıyordu ve ben hâlâ hayattaydım.

"Selim..." Yanımdan sol kulağıma doğru yol alan bir sesti bu. Miray'dan geldiğini biliyordum tabii ki. Ama o kadar boğuk duyuyordum ki, sanki bir başkası konuşuyordu benimle. İçinde bulunduğum duruma yabancılaşmıştım adeta. Tüm bedenim koca bir toz kütlesine dönüşmüş de, biri üflese yok olacakmış gibiydi. Bu şekilde nefes almaya çalışıyordum bir ses çıkarmadan. İstesem de yapamıyordum zaten. Dudaklarımı bile oynatamıyordum. Bu yüzden Miray bir kez daha seslendi bana. Sesi titriyordu, korktuğunu anlayabiliyordum ama tepki veremiyordum. "Selim, iyi misin?" Kelimelerinin arasına birer nefes bırakıyordu o da. Eğer gözlerimi açsam onun o kötü halini de görecektim. O an, hiçbir şeye cesaret edemiyordum. Uzun süredir yeniden inşa ettiğim benliğim, bir fren sesiyle yok oluyordu yine. "Selim ne olur bak bana, korkuyorum." Bu sefer omzumda bir el hissetmiştim işte. Tepki vermek istiyordum, konuşmak istiyordum. Hatta gözlerimi açıp şu aptal karanlıktan kurtulmak istiyordum ama bir türlü beceremiyordum. Ben bunları yapamadıkça Miray iyice sarsmaya başladı beni. "Bir şey söyle!" Sarstıkça sarsıyordu beni omzumdan. Koca bedenimi oldukça kolay bir şekilde haraket ettirebilmesine bile şaşırmamıştım açıkçası. "Lütfen..." Diye ağlamaya başladığında Miray, içime ve gözlerime çöken karanlık bir anda aydınlanmıştı.

Sesinin tizliği gözlerimi açabilmeme yardımcı olmuştu. O kadar sarsılsam da bir göz yaşına aralayabilmiştim gözlerimi. Onları ağır ağır açtığımda bir süre bulanık görmüştüm etrafımı. Hâlâ korkuyordum çünkü. Hâlâ güvensiz ve tedirgindim. Bu olmamalıydı, bu arabaya binmemeliydim belki de. Sağ koltuğa hiç oturmamalıydım. O fren sesini hiç duymamalıydım. Hâlâ elim göğsümün sol tarafındayken bakışlarımı Miray'dan önce elime kaydırdım. Nefes almakta zorlanıyordum. Artık birer hırıltı gibi çıkıyordu tüm nefesim. "Özür dilerim... çok özür dilerim." Miray ağlamaya devam ederken ben sadece elime bakıyordum. Bakışlarım, bedenim kadar titrekti. Yavaşça onu göğsümden ayırıp yüzüme doğru tuttum. Elimin üstünü çevirdim yavaşça. İşte oradaydı, hâlâ yerindeydi ve asla geçmek bilmiyordu. Zaman zaman sevip okşadığım o yara izine baktım bir süre. Göz yaşlarım yine benden izinsiz akmaya başlamıştı. Tutamıyordum onları. Onları, zamanı, nefesimi tutamıyordum. Birkaç damla çoktan elimdeki ize damlamıştı bile. "Selim konuş benimle." Miray hâlâ ağzımdan tek bir kelime dökülsün diye umut ediyordu. Onun bu haline dayanamayıp yaşlı gözlerimi ona doğru kaydırdım. Haraket eden tek şey gözlerimdi. Boynum ve bedenim o an, haraket edemeyecek kadar katıydı çünkü. Ona baktığımda ise gördüğüm manzara iç açıcı değildi. Zaten içinde bulunduğumuz bu konum, bu olay ve bu arabada herhangi bir güzellik de yoktu. Ama onu böyle görmek yine de yakmıştı canımı. Galiba onu korkutmuştum. "Önüme bakmalıydım, özür dilerim. Ama bir şey olmadı bak. Yaşıyoruz." Ağlarken konuşmaya devam ediyordu. Ben ise hiçbir cevap veremiyordum. Sadece boş boş bakıyordum yüzüne. Ona kızgın olduğumdan filan değildi susmam. Geçmişin beni sivri pençeleriyle tekrardan yakalayışıydı. Ben sadece kendime acıyordum. Ben sadece birini daha kaybetmekten korkuyordum. Yara izli elim havada asılı kalmıştı. Bir robotmuşum gibi kontrol edemiyordum bedenimi resmen. Miray da bunu fark edip baktı bana ve elime. Ardından da hemen tuttu elimi. Kendine doğru çekti. "Selim, bir şey söyle bana." Yine bunu istemişti. Galiba artık konuşmam lazımdı. En azından deneyebilirdim. "Senin bir suçun yok." dedim sadece. Yalan söylemiyordum. Gerçekten onun bir suçu yoktu. Tüm suç bana aitti yine ve yine. Ona bağıran, dikkatini dağıtan bendim. Yine her şeyi berbat edecektim her zamanki gibi. Yine tüm yaşanılan üzerime bir suç yükü olarak binecekti. Bu yüzdendi o an hissettiklerim. Koca bir karmaşanın içine düşüşüm bu yüzdendi. "İyi olduğunu söyle bana, lütfen. Korkuyorum." Ona baktığımda saçlarının dağıldığını ve terlediğini görmüştüm. Dudakları bile birkaç dakika içinde kurumuştu adeta korkudan. O da hızlı hızlı nefes alıp veriyordu. Korktuğu her halinden belliydi.

KESTİK! (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin