8. BÖLÜM: SAÇ TELLERİ

29 10 0
                                    

SAÇ TELLERİ

Kalbimin ilk kez bu kadar bağırdığını duyabiliyordum. "Buradayım!" diye çığlık atıyor, göğüs kafesimi yumrukluyordu adeta. Ben ise onu duyup cevap vermiyordum. Daha doğrusu veremiyordum çünkü yerime bir çiviyle çakılmıştım. Ağzım ise bantlanmıştı. Onla aramdaki mesafe artık bir boşluğa karışacak kadar olduğu zaman gözlerimi kapayabilmiştim sadece. Ama o an bir şey oldu. Hem de sinir bozucu türden. Telefonumun sesi ortamı bir bıçak gibi yardıktan sonra ikimizinde gerçekliğe dönmesini sağlamıştı. Afallayarak bir adım öteme kaydı Miray. Ardından da boğazını temizleyip, "Açsana." deyiverdi. Kendime gelmem kısa sürmüştü fakat hâlâ bazı şeylerin tesiri üzerimdeydi. Hissettiğim bu kısa süreli etkiyi sevmiştim. Bana yaşıyor gibi hissettirmişti çünkü. Bu yüzden lanet ederek baktım telefon ekranıma. Bu hissimi çöp eden o alete. Arayan Doğan'dı. Ne kadar küfür etsem de ona, açmam gerektiğini biliyordum. "Efendim?" dediğimde cevap gecikmeden gelmişti. "Aga sana bir fotoğraf atacağım şimdi. Bakman lazım, çok acil." Meraklanmaya başlamıştım. Doğan'ı onayladıktan sonra telefonu kapadım ve bahsettiği fotoğrafların gelmesini bekledim. Miray'a döndüğümde ise hiç ses etmeden oturuyordu. Kulağının bende olduğunu da düşünerek dikkatli olmaya çalıştım. Bildirim sesiyle birlikte hızlıca gönderilen fotoğrafa tıkladım ve gördüklerimle bir süre baş başa kaldım. Bu fotoğraf benim teyit etmem için atılmıştı. Fotoğrafta takım elbiseli, kirli sakallı bir adam vardı. Ekranı iyice büyütüp baktığımda ise gördüğüm şeyler bunlarla sınırlı kalmamıştı. Ensesinde ise aradığımız o dövme duruyordu. Dövmeyle bir süre bakıştıktan sonra adamın yüzüne de iyice baktım ve hatırlamaya çalıştım. Hatırlamakla çok meşgul olmadım. Tanımıştım onu ve keskin yüzünü. İçimden zafer çığlıkları atsam da hemen suratımdaki ifadeye çekidüzen verip Miray'a baktım. Hiçbir şeyden haberi olmayarak öylece denizi izliyordu. Doğan'a aradığımız adamın o olduğuna ve takibe almalarına dair bir mesaj attıktan sonra heyecanla telefonu cebime koydum. "Önemli bir şey mi var?" Miray'a döndüm ve kafamı salladım hayır anlamında. Yaptığımız bu işten daha zor bir şey varsa da o da çaktırmama konusu olabilirdi. Hiçbir şey netleşmeden onun öğrenmesini istemiyordum. Eğer öğrenirse adamın izinde olduğumuzu bir sonuca varmadan berbat olurdu tüm plan. Çünkü istemeyecek ve bizi engelleyecekti, biliyorum. Ama bazı şeyleri önüne sunarsam bunu bir şekilde kabul edebilirdi. Yani, umarım.

Eve gitme vaktimin geldiğini anlayınca artık güzel denize veda edip yerimden kalktım. Arkamı silkeledikten sonra da Miray'a elimi uzattım. Bu sefer yardımımı kabul etmişti. Elimi sıkıca tuttu ve kalktı kumların üzerinden. Bu kız beni günden güne şaşırtıyordu. Bir yandan da bir şeyler ekliyordu hayatıma. "Gidelim mi? Seni de eve bırakırım istersen." dedim. Teklifimi kafasını sallayarak kabul etti. Miray bana karşı yumuşuyor muydu? Yoksa ben mi uyduruyordum tüm bunları? Yavaş yavaş adımlarımla sahilden ayrıldık. Sokağa vardığımızda hâlâ tek kelam bile etmemiştik. İkimiz de öylece yürüyor ve konuşmuyorduk. Bu sessizlik bir şeyler çağırıştırıyor gibiydi. Değişik duygular içindeydim. Hiçbirine birer isim koyamıyordum üstelik. Arkadaşlık? Hayır, arkadaşlık değildi? Masumiyet miydi yoksa? Ya da biraz empati? Aralarından doğru seçimi yapamıyordum. Belki de zamana bırakmam gerekiyordu. "Teşekkür ederim bu arada, yumruk için." Sessizlik savaşını kazanan ben olmuştum. "Rica ederim." Basit cümleler kuruyorduk. İkimizde de bir tuhaflık seziyordum. Kendimi zaten biliyordum da ama onu çok çözemiyor gibiydim. "Aslında ben gerekeni yapardım da benden önce davrandın." deyip tek kaşını havaya dikti. Gülümsemiştim. Buna kimse aksi bir cevap veremezdi zaten. "Biliyorum. Ben orada olmasam adamın ağzını burnunu kırardın. Ama bu sefer ben vardım." dediğimde önüme geçerek durdurdu beni. Kendi de durmuştu. "Yalnız olmadığımı bilmek güzel. İyi dostlar ediniyorum." deyip çekildi önümden. Yeniden yanımda yürüyordu. Dost edinmek mi? Aradığım hissin adı bu muydu? Arkadaşlık demiştim ben de. Ama o olmadığına dair az önce hayır cevabını da vermiştim. O yüzden dediği o kelimeyi ilk defa beğenmemiştim. Beğenmek de istemedim. Yüzümü buruştuğumu fark etmesin diye hızlıca eski haline getirip sırıtmaya başladım. Normalden daha tuhaf göründüğümü düşünsün istemiyordum. "Benle arkadaşlık etmek konusunda önyargılı olduğunu sanıyordum." dedim hızlıca. Vereceği cevabı merak etmiştim. Aklımda bazı kabullenebilir cevaplar listesi vardı. Aralarından birini desin istemiştim. Ama hiçbirini demedi. "Çoktan kırdım ben o önyargıyı. Artık senle sonsuza dek dostuz Selim." deyip elini uzattı bana. Benden bir cevap gelmeyince de ekledi. "Ayrıca o yumruktan sonra aramızda bazı engellerin de kalktığını düşünüyorum." Dalga geçer gibiydi. Hem ses tonu hem de söylediği şeyler. Anlayamamıştım. Önyargısını kırdığını zaten biliyordum. Bunu sormamdaki amaç öğrenmek değildi. Onu denemekti, farklı bir cümle duymayı düşünmüştüm ondan. Havada olan eline baktı. Çünkü sıkmamıştım henüz. Kaşlarını çatar gibi oldu ki yakalamıştım elini. Hafifçe sıkıp baktım gözlerine. Okuyabilir miydim ki gözlerini? Göz okuma konusunda iyi olduğumu düşünüyordum fakat o ana kadar. Bu gözleri anlayamıyordum. Ne boş bakıyorlardı ne de susuyorlardı. Hiç anlamadığım bir dilden bir şeyler anlatmaya çalışıyorlardı ama ben anlamıyordum. Pes edip cevap verdim ben de. "Sonsuza dek." diyerek tekrarladım onu. Ne yani şimdi biz bir yemin mi vermiştik dostluğumuza dair? Gerçek olabilir miydi ki?

KESTİK! (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin