2. Bölüm: TEKLİF

40 19 1
                                    

TEKLİF

Duyduğum bu sesle birlikte birkaç saniye afallamıştım, kabul ediyorum. Ama hemen kendime gelmeyi de bildim. Çünkü alışkındım bu cümleyi, bu ismi duymaya. Üstelik böyle stresli bir tonda.

Doğan.

Derin bir iç çektim cevap vermeden önce, gözlerim de yavaştan seğiriyordu, farkındaydım. Ama harakete geçmem gerekiyordu. Yerdeki cam kırıklarına basmadan yatak odasından ayrılmak için kapıya yöneldim. "Neredesiniz siz?" diye sorarken telefonu çenemin altında kenetlemiştim. Telefonu kapamadan ceketimi giymeye çalışıyordum. Zor da olsa başarmıştım sanırım. Ceketin hemen dibinde duran anahtarı da almayı unutmadım tabii ki. "Beşiktaştayız abi, sahilde." diye cevap verdi cılız ses. Telefonun diğer ucundaki her kimse belli ki yaşı küçüktü ve korkmuştu. Üstelik Doğan'ı da yeni tanıyorsa ya da lanet olsun ki hiç tanımıyorsa şu an bu kadar endişeli olmasına hak veriyordum. "Tamam geliyorum, bir yere ayrılmayın." derken ayakkabımı giymek için uğraşıyordum. Tam telefonu kapatacaktım ki cılız ses konuştu. "Abi ne olduğunu sormayacak mısın?" Bu soruya histerik bir gülüş bıraktım ama çocuk bunu görmedi tabii ki. Sormayacaktım ne olduğunu, ne yaşandığını, Doğan'a ne olduğunu... çünkü tahmin edebiliyordum az çok, hatta azı yok. Direkt biliyordum. Ayakkabımı nihayetinde giydim ve doğrulup belimi kütlettim. "Hayır abicim, sormayacağım. Doğan'ı ben gelene kadar tut. Geliyorum birazdan." Kapıyı hızlıca çektim ve apartmandan çıkıp bir an önce oraya varmayı diledim.

Doğan, en yakın arkadaşım hatta kardeşim diyebilirim. On yaşından beri birlikteyiz, beraber büyüdük. Görünür o ki, hâlâ daha da ayrılmadık. Bazen işte tam böyle olduğunda bu dostluğa lanet edesim geliyor ama etmiyorum. Kıyamıyorum çünkü ona. Bunca zaman yanımda olan, beni asla yalnız bırakmayan, hatta yalnız kalmak istesem de bırakmayan tek kişiydi belki de.

Aslında birbirimizle pek de alakamız yoktur. Ben hep daha sakin büyüdüm mesela. Çok kavgaya, kaosa karışmazdım. Yani daha doğrusu karışmak istemezdim. Çünkü hep korkardım dayak yemekten. Bu yüzden de hiç kimseye bulaşmaz, odamda kitap okurdum, hayaller kurardım. Ama Doğan öyle değildi. Nerde kargaşa var, oraya dalardı. Bayılırdı tekmeye, yumruğa. Dayak yediği zamanlar da olmuştu ama daha çok döverdi. Bunu hatırlayınca istemsizce gülümsedim. Aklıma içimi serinletecek anılar doluşmuştu ama hemen suratım eski ifadesiz haline geri geldi çünkü sinirliydim. Ben nasıl küçük halim gibi kaldıysam nihayetinde Doğan da o haliyle devam etmişti yoluna. Ve şu an da görünen o ki bu ne ilki ne de sonuydu. Bu yüzden ne olduğunu merak etmemiştim işte. Kan, kaos, kavga ve patlak bir kaştan başka bir şey göremeyeceğimi zaten düşünmüyordum.

Yaz daha gelmediğinden akşamları az da olsa esiyor ve inceden üşütüyordu. Ellerimi ceketimin cebine sıkıştıracaktım ki taksinin farları gözlerimi aldı. Elimi cebime sokmadan hemen kaldırdım ve taksiyi durdurdum. Sanırım bir süre üşümeyecektim artık.

***

Taksiden indiğimde sahilin hemen önündeydim. Denizin tatlı esintisi yüzüme çarptı usulca ve sonra kokusu burnumdan ciğerlerime doğru yol aldı. Her ne kadar sinirli olsam da bu beni biraz olsun sakinleştirmeye yetmişti. Deniz kokusunu oldum olası sevmişimdir. Her ne kadar Ankara'da olmasa da.

"Hele bak la! Kim gelmiş..." Doğan beni görünce oturduğu kayalıktan doğrulmaya çalıştı ama bunu düzgünce yapamayacak kadar sarhoş ve dayak yemiş görünüyordu. Sendelediğinde hızlıca kolundan tuttum. "Ne yapıyorsun oğlum sen yine?" Tabii ki de beni tatmin edecek bir cevap beklemiyordum. Lafın gelişi bir soruydu ve bu yüzden vereceği cevabı önemsemeyip ona tekrar yerine oturmasında yardım ettim. Ardından da hemen yanına oturdum. Haberi veren çocuk da sanırım hemen yanımızda oturuyordu. Doğan'ın kan içinde yüzüne, tahmin edilesi patlak kaşına ve dudağına bakmaktan onu biraz geç farketmiştim. "Abicim, sen iyi misin?" Diye soruverdim kayalığa düzgünce yerleşirken. Altımdaki açık renk pantolon pislenecekti ama bunu önemsemek için doğru bir zaman değildi sanırım. Zaten eğer Doğan'ın yanındaysan böyle şeylerin zerre önemi yoktu. Çocuk bizden gençti, lise çağlarındaydı sanırım. Sakalları yeni çıkmaya başlamıştı ve sesi gibi kendisi de cılızdı. Yüzünde hâlâ geçmeyen endişe vardı ve onun için üzülmüştüm. Küçücük çocuğu kendi saçma sapan işlerine alet ettiği için içimden Doğan'a küfürler savurdum, tabii o bunların hiçbirini duymayacaktı. "İyiyim abi, ama çok kötüydü. Korktum baya." Dediğinde, gözlerimi devirmiştim. Önce Doğan'a sonra çocuğa baktım tekrardan. "Evet soruyorum, bu sefer ne oldu?" Doğan elinde biriktirdiği küçük taş parçalarından birini hışımla denize salladı beni takmayarak. Üstelik yüzünde sinir bozucu bir gülüş vardı. "Kulüpte kavga çıktı abi. Doğan abi müdüre saldırdı." Çocuk hâlâ tedirgin bir şekilde anlatıyordu olayı. Çokça heyecanlıydı da. Çaktırmasa da belli ki bu olay kendisini büyük hissetmesine sebep olmuştu, anlaşılıyordu. Ama onu bozmadım, dinlemeye devam ettim. "Müdüre saldırınca korumalar çullandı. Sonra bütün kulüp kavgaya girdi işte. Gelen müşteriler de karıştı olaya." Çocuk heyecanlı heyecanlı anlatırken Doğan araya girdi. "Abartma la sen de!" Elindeki küçük taşı çocuğun kafasına attı. Çocuk eliyle kafasını sıvazladı sızlanarak. Doğan'ı sertçe dürttüm. "Vallaha abartmıyorum abi! Sen farkında bile değilsin." Çocuğun omzunu sıktım ona inandığımı belli edercesine. Söyleyecek çok şeyim yoktu açıkçası. Dediğim gibi, alışkındım. Doğan yine birileriyle takışır, birini dövecek bir sebep bulurdu. Ama sadece bu sefer hangi sebeple adamı dövdüğünü merak ettim. "Soruyorum, bu sefer neden?" Sesimde değişik bir sakinlik vardı. İşin aslı, sıfır şaşkınlık belirtisi tonuydu bu. Doğan belli belirsiz bir kahkaha attı tabii. Onun için böyle şeyler endişe verici değil aksine komikti. Elindeki bira şişesini kafasına dikti ve ardından ağzındaki ıslaklığı elinin tersiyle sildi, dudağının kenarındaki kanı da beraberinde alarak. İğrenmiştim, bakmamaya çalıştım. "Ya aga," Lafa başladığı için oturduğum yere iyice yerleştim. Gerçekten merak etmiştim işte. "Biliyorsun ben rock çalıyorum, harmanlıyorum filan. Bu gebeş de başta kabul etti. Dedim iyi, tamam. Her şey güzel. Bana sahne öncesi gelip laga luga yaptı. Yok onu çalmayacaksın, bunu çalmayacaksın. O an bir şey demedim. Ama sence durdum mu?" Gözünün ucuyla bana baktı. Sadece tebessüm ettim cevap vermek yerine. Bu gülüş onu tatmin edecek olmalı ki devam etti. "Heh aynen öyle işte. Ben de kendi bildiğimden şaşmadım gece. Sonrası malum işte." Deyip tekrar dikti şişeyi kafasına. Güzelce bir ofladım o an. Dinlerken bile artık ruhum daralıyordu. Bazen nasıl hala arkadaş kaldığımıza şaşırıyordum. Birbirimizle gram alakamız yoktu göründüğü gibi. "Sonra Doğan abi müdürün kafasında şişe kırdı işte." Çocuk bunu dedikten sonra Doğan'dan bir taş daha yemişti. "Yuh sana ya!" Diye çıkıştım. "Adamın kafasında niye şişe kırıyorsun oğlum sen?" Biz iyice yükselirken genç çocuk ayağı kalktı kafasını tutarak. "Neyse abi, ben gideyim. Hadi Allah'a emanet olun." Deyip gidecek iken onu durdurdum. Merak ettiğim bir şey daha vardı. "Bir dakika, dur. Sen benim numaramı nerden buldun? Sen beni tanıyorsun ben seni tanımıyorum. Nasıl oldu bu iş?" Diye sordum çocuğa. Çocuk hala kafasını tutarken cevapladı. "Doğan abi vermişti numaranı işe girdiğinde. Başıma bir iş gelirse ararsın, bir diğer abin de Selim demişti. Oradan beri tanıyorum abi seni." Deyip usulca ayrıldı yanımızdan. Duyduklarıma bir cevap vermeden histerik şekilde gülümsedim ve Doğan'ı omzundan yakaladım. "Ah be oğlum... düzgün dur artık be, düzgün dur." Diye söylendim ama Doğan oralı olmadı bile. Her zamanki gibiydi. Bütün boku yer sonra beni böyle yanına getirttirir ve doğru düzgün konuşmazdı bile. Öylece denize bakmaya devam etti benle göz temasına girmeden. Yıllardır onda anlayamadığım bir sakinlik vardı. Evet, sakinlik. Hayatında somut olarak kaos hiç bitmedi ama içinde bir yerlerde sakindi işte. Bazen böyle uzun uzun dalar, cevap vermezdi. Aslında susarak ne demeye çalıştığını anlardım da, şikayet etmezdim bu durumdan.

KESTİK! (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin