MASKELİ BALO
Dillere düşen o huzurdan bir parça kopardım. Hakkıma düşen payı almıştım. Düşünmeden yuttum onu. Boğazıma ilmek ilmek işlendi. Tüm kan hücrelerime karıştı sonra. Yarım kalan ya da öyle hisseden tüm erkekler karşıma dizilmiş beni izliyordu. Çünkü ben tamdım, doluydum. Eksik parçamı bulmuştum. Oturduğum yere rahatça yerleştim. Normalde olduğumdan daha cesur hissediyordum kendimi. Bir de daha fazla güvende gibiydim. Yüzümde kendimden çok emin bir ifade hakimdi. Kollarımı koltuğun üst kısmına yerleştirdim. Üzerimdeki gömlek gerilmişti. Sanki daha kiloluydum, yapılıydım. Güç de gelmişti bedenime. Ben, her zamankinden daha emindim kendimden. Çünkü bir sebebim vardı.
"Baba!" İncecik bir ses doldurdu kulaklarımı. Kulaklarımdan kalbime kadar yol aldı. Naifliği ince ince işlendi ruhuma. "Baba bak!" diye geldi yanıma. Ayakta durmasına rağmen kafasını oldukça kaldırıyordu yüzümü görmek için. Ben ise kocaman bir gülümsemeyle bakıyordum aşağı doğru. "Annemle seni çizdim!" diye heyecanlı bir şekilde elinde tuttuğu kağıdı gösterdi bana. Kağıdı elime alıp incelediğimde, gözüme çarpan ilk şey kocaman mavi bulutlardı. "Niye bulutun üstündeyiz biz?" diye sordum merakla. Miray'la beni el ele bir şekilde bulutların üzerinde çizmişti. Kendi küçüktü ama hayal dünyası tezat bir şekilde kocamandı. İkimize de benziyordu anlaşılan. "Çünkü bulutları çok seviyorum." deyip baktı suratıma. "Sizi de çok seviyorum." deyip ellerini arkasında bağladı ve sallandı ufak ufak. Daha fazla dayanamayıp resmi bir kenara koydum ve hemen kucakladım onu. Sonra da kucağıma oturtturdum. "Ben de seni çok seviyorum kızım." deyip yanaklarından öptüm onu. Sonra bir kez daha öptüm. Öpmeye doyamıyordum. Ama o, huysuzlanarak çekti yanaklarını dudaklarımdan. Yüzünü ekşitip sildi elinin içiyle. "Baba, bu iğrenç!" deyip kaşlarını çattı annesi gibi. Ufacık yüzünde birer ip gibi duruyorlardı. Elleri, burnu, dudakları küçücüktü. Annesi, saçlarını iki tane kuyruk haline getirmişti. Kıvır kıvır dökülüyordu aşağıya doğru. Sarı saçları bembeyaz teninde bir güneş ışığı gibiydi. Kirpikleri uzundu, gözleri kocamandı. Derin derin bakıyorlardı bana. Gözlerinin bebeğinden doğru yol alıyordum sanki. Onu, o kadar çok seviyordum ki... içime hapsedesim geliyordu zaman zaman. "Canım kızım..." deyip burnunun ucuna dokundum. Bana bakmaya devam etti sessizce. Yüzündeki gülümsemeyle, bakışlarındaki masumiyetle oracıktan kaybolmuştum.
"Kime diyorum? Alo?" Omzumun sarsılmasıyla bakışlarımdaki dalgınlığa bir son verdim. Kafamı salladım iki yana. "Ayakta uyuyorsun oğlum." Doğan sigara dumanını yüzüme doğru üfleyip sırıttı. "Kendine gel bebe." deyip tekrar üflemeye çalışınca onu ittirmiştim iğrenerek. "Kes şunu!" Abim de elinde kahvesiyle yanımıza geldi gülerek. "Neye daldın gittin?" diye sorunca az önce gördüğüm görüntüler geldi aklıma. Gülümsemeden edememiştim yine. İç geçirdim hayallere dalıp. Olmayan, küçük kızımı hayal etmek daha önce hissetmediğim bir duyguyla baş başa bırakmıştı beni. O küçük ellerini ve baba deyişini düşününce yine dalıp gidecektim ki Doğan'ın sesiyle bunu yapamadan kendime geldim. "Mal oldu iyice." deyip ona vurmayayım diye hemen kaçmıştı yanımdan. Bu gün beni sinir etmek için ant içmiş olmalıydı anlaşılan. Ama onla uğraşmaya üşendiğimden umursamayıp yerimden bile kıpırdamamış, sadece gözlerimi devirmiştim. "Ne yaptın senaryo işlerini? Yazmaya devam mı?" Konunun değişmesine sevinmiştim o an. Ama yine de açılan konuyu beğenmemiştim. Bu soruyla birlikte huzursuzca kıpırdandım yerimde. Bilmediğim her şeyden nefret ediyordum, evet. Buna emindim. Cevaplayamadığım, cevap bulamadığım her soruya lanet ettim o an. "Yazdım bir şeyler." deyip geçiştirip sorduğu soruya ait olmayan bir cevap vermiştim. Abim de biliyordu cevabının bu olmayışını. Yavaşça bana yaklaştı ve başımda dikelip göz ucuyla baktı bana. O böyle bakınca kendimi rahatsız hissetmiştim. Gözlerimi kaçırdım ve önümdeki kahveden bir yudum aldım. Dudaklarım yanmıştı biraz. Yüzümü buruşturdum sıcağın etkisiyle. "Yapımcıya götürecek misin peki?" Abim sorularına devam ederek beni geriyordu. Kafam zaten karışıktı bu yüzden iyice rahatsız oluyordum. Abimden değildi, kendimden rahatsız oluyordum. Kafamdaki seslerden ve içinde bulunduğum konumdan rahatsız oluyordum. Bu yüzden geçiştirmek zorunda kaldım onu. "Bunu sonra konuşalım olur mu?" deyip baktım göz ucuyla ona. Hiçbir şey demeden kafasını sallamıştı. Konuyu değiştirmem gerekiyordu anlaşılan. Bu yüzden, "Hazır mısınız?" diye bir soru sordum ortaya. İkisi de, "Her zaman." Diye net bir yanıt vermişti bana. Yarın büyük gündü ve bu hikayenin nasıl şekil alacağı işte o zaman açıklığa kavuşacaktı. "Doğan, görüntüleri flasha attın değil mi?" diye sordum merakla. Kafasını eğmişti evet dercesine. "Attım attım, merak etme." Deyip rahatça kuruldu koltuğa. "Abi, istersen sen gelme. Hâlâ tam iyileşmedin." Abime döndüm usulca. Tekrardan başına bir şey gelmesini istemiyor, ister istemez de telaşlanıyordum. Ama o benim aksime oldukça rahattı. "Hani kambersiz düğün olmazdı?" deyip dikmişti tek kaşını havaya. Hiç üstelemeyip gülümsedim sadece ben de.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KESTİK! (TAMAMLANDI)
Roman d'amourYa hayatını yeniden yazma şansın olsaydı? Selim, kendini yetersiz gören ve bir türlü alanında başarı sağlayamayan bir senaristtir. Gecesini gündüzüne kattığı ve emek verdiği senaryosu, izleyicilerin istediği gibi olmadığı, mutsuz bir sonun her zaman...