Rüyada olup olmadığını nasıl anlardı bir insan?
Gerçekliği hayalden ayırt eden şey neydi mesela?İnce bir çizgi belki?
Gerçek ve hayali, somut ve soyutu ayıran ince, kırmızı bir çizgi...İki boyutu da birbirinden ayımasına rağmen hangisine ait olduğu asla belli olmayacak kadar arafta kalmış bir çizgi..
Dejavü misali, önceden yaşamadığınızı bilmenize rağmen o hissi başka türlü asla açıklayamadığınız ya da yaşayıp yaşamadığınızdan asla emin olamadığınız anları çizen bir çizgi;
gerçek olamayacak kadar rüya, rüya olamayacak kadar gerçek..Nitekim Jimin, şu an o gerçek ve rüya arasındaki ince çizgiydi.
Karşısındaki iki günde tanıdığı bu adama, koşulsuz şartsız güvenmiş ve bedenini korkmadan ona teslim etmiş bir rüya..
Aynı zamanda kalbini, at koşturur gibi attıran, ruhunu, buzul bir ülkeye düşmüş gibi titreten bir gerçek..
Nasıl bir Tanrının şakasıydı bu bilinmez, sadece gerçek dışı olduğu ama bir o kadar hayal denemeyecek bir canlılıkta olduğu söylenebilirdi.
Peri masallarından fırlamış güzelliği, dinine bağlı en ahlaklı adamı bile yoldan çıkarabilecek cazibesi, kötülüğü utandıracak masumluğu ve deli dolu bir şarkının vücut bulmuş karakteriyle gerçeklik algılarını yıkan bir hayal gibiydi.
Jung Kook'un en çılgın rüyalarında bile göremeyeceği bu hayali, minik parmaklarıyla bir sihirli değnek gibi dokunup peydahlamıştı üstelik bu hayalin kendisi..
O bu adamın hem hayali, hem de hayalini gerçekleştiren bir mucizesiydi..
Hem duası, hem de duasını kabul eden tanrısıydı..
Hem gecemsi benliğinin içindeki kalbi olan Ay'ı hem de o kalbi sarmalayan Ay Kuşağı'ydı..
Ve şimdi, renkleriyle kalbini sarmaladığı gibi ince kollarıyla boynunu sarmalamış "Yoksa seni mahvederim" fısıltılı tehlikesi ile dudaklarına doğru uzanmış ve hayal ile gerçeği birleştirircesine dolgun dudaklarını ince dudaklarla birleştirmişti.
Sözlerindeki tehdidin dudaklarındaki şefkate olan zıtlığını anlatmaya ise kelimeler bile yetmezdi.
Öyle bir dokunuşu vardı ki bu dolgunlukların, şehvetten öte bir tesellisi, cinsellikten öte bir çekimi barındırıyordu ayrıntılarında.
O dudaklar, sanki sadece şehvete aralanmıyor pamuk dallarıyla bir sarmaşık gibi sarmalıyordu ruhunu.Sanki canı yanan bir adamı dokunuşuyla iyileştirecekmiş, bir bal kabağını dudaklarıyla şatoya dönüştürecekmiş gibi bir merhameti vardı.
İçindeki tüm güveni, teslimiyeti, sevgiyi, şefkati biriktirmiş de araladığı dudaklarının aracılığıyla dövmeliye teslim ediyormuş gibiydi..Peki ya Jungkook? O bu teslimiyete sahip çıkabilecek miydi? Sadece iki günde tanınmasına rağmen, tereddüt edilmeden kendisine teslim edilen bu hazineleri koruyabilecek miydi?
Jungkook, ona her şeyini veren bu adama her şey olabilecek miydi? Onu hiçkimseden her şeye çeviren bu adam için her şey olmanın sorumluluğunu alabilecek miydi?..
"Beni üzme gece adam, yoksa seni mahvederim" demişti Ay Kuşağı,
eğer üzülürse, mahvolacak kişinin kendisi olacağını bilmesine rağmen..
Jungkook, bu tehdid cümlesine güvenilir bir avukat olabilecek miydi?Dolgun dudaklar, en güzel şekilde onun inceliklerini emerken yavaşça ayrıldı ve oluşan tükürük ağının arasından "Asla" dedi fısıldayarak. Öyle derin ama öyle sessizdi ki bu fısıltı, sanki sadece onun duymasını istemişti bu cümleyi. Bu yemine duvarlar şahitlik etmesin, yüzlerine vuran sıcak ışınlarıyla Güneş, mührünü basmasın istemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ay Kuşağı
Fanfiction"𝐺𝑒𝑐𝑒𝑚𝑖 𝑟𝑒𝑛𝑘𝑙𝑒𝑟𝑖𝑛𝑙𝑒 𝑏𝑜𝑦𝑎𝑟𝑘𝑒𝑛 𝑏𝑒𝑛𝑑𝑒𝑛 𝑖𝑧𝑖𝑛 𝑎𝑙𝑚𝑎𝑑ı𝑛.. 𝑆𝑒𝑛𝑖 𝑛𝑎𝑠ı𝑙 𝑐𝑒𝑧𝑎𝑙𝑎𝑛𝑑ı𝑟𝑚𝑎𝑚 𝑔𝑒𝑟𝑒𝑘 𝑏𝑖𝑙𝑚𝑖𝑦𝑜𝑟𝑢𝑚 𝐴𝑦 𝐾𝑢𝑠̧𝑎𝑔̆ı.." 𝑆𝑒𝑢𝑙'𝑢𝑛 𝑢̈𝑐𝑟𝑎 𝑏𝑖𝑟 𝑘𝑜̈𝑠̧𝑒𝑠𝑖𝑛𝑑𝑒 𝑒𝑔̆...