Belki beş belki on kez uyanmıştım gece boyu. Durmaksızın gördüğüm kabuslar da olabilirdi sebebi, üzerinde uyuduğum rahatsız koltuk da...
Fakat öyle böyle sabahı etmiştim işte. Gözlerimi gün ışığına açtığım ilk seferde tanıdık bir his ile sarılmıştım, bir süredir hiç uğramayan ama bir kez uğradı mı da asla gitmeyen o his:Gözlerimi açar açmaz tekrar kapatmak, bir daha hiç uyanmamak istedim. Bilincim yerine geldiği anda Tanrı'ya seslendim. Gerçekten de samimi bir şekilde ölmeyi diledim. Uyandığımda olacakları biliyordum, kaçtığım gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalacaktım. Korkuyordum, cesaret edemiyordum tüm bu şeylerle yüzleşmeye. Uyanmak istemiyordum, bir daha asla gözlerimi açmak istemiyordum."Tanrım, lütfen canımı al." diye mırıldandım.
Daha kendime geldiğim ilk saniyeden içimi kaplayan huzursuzlukla baş etmem imkansızdı. Kalkacak gücüm yoktu, insanlarla karşılaşmak isitemiyordum. Sorumluluklarım vardı ama hiçbirini yapacak halim yoktu. Anlamsızdı işte hayatım, tıpkı eskisi gibi şimdi de tam anlamıyla bir boşluktu. Kimsesizdim, yalnızdım. Uyanmam için hiçbir sebep yoktu.
Gözlerimi yeniden kapattım, kalkamıyordum işte. Hareket bile edemiyordum. Midem gerçekten yanıyordu, ağzıma bir lokma bir şey girmemişti dünden beri. Biraz bile iştahım yoktu, yemek düşünecek halde değildim zaten. Gerçekten günden korkuyordum. Beni bekleyen gerçeklerden kaçmak istiyordum.
Uzun zamandır hissetmediğim bu anlamsızlık hissi yabancı değildi ama yine de her seferinde taze bir acıydı. Karanlığın ortasındaydım resmen, ne tarafa yürürsem yürüyeyim ışık yoktu. Belki bir okyanusun dibindeyim diyeydi bu karanlık. Belki de ciğerlerimin yanması bundandı,boğuluyor gibi hissetmemin sebebi buydu .
Sıcak hava yüzünden neredeyse deri koltuğa yapışmıştım. Zorlukla doğrulup ayağa kalktım. Ani kalkışım sebebiyle başım dönmüştü hemen. Koltuğa tutunup dengemi sağladım. Gözüm kararıyordu sürekli ve sebebini pek de bilmiyordum açıkçası.
Gece boyu gitar çaldığımdan ellerim fena halde ağrıyordu ama en azından kendime biraz olsun güvenim artmıştı çünkü gecenin sonuna doğru kusursuzlaşmayı başarmıştım. Bizimkileri hayal kırıklığına uğratmayı hiç istemiyordum. Bu yüzden en azından bunu halledebilmiş olmam iyiydi. Şimdi eve gidip birkaç gün sonraki festivale kadar durmaksızın uyuyabilirdim. Böylece ne birileriyle konuşmam gerekirdi ne de neden böyle bir duruma düştüğüm hakkında düşünmem...
Stüdyonun kapısını kilitleyip çıkarken başka bir anahtar daha var mı acaba diye düşünmeden edemedim. Yedek anahtarları olmasını umdum çünkü odama kapanacak ve festivale kadar da dışarı çıkmayacaktım. Eminim anlayış gösterirlerdi.
Anahtarı cebime atıp stüdyo ve ev arasındaki yolu yürümeye başladım. Hava nerdeyse tamamen aydınlanmıştı ama saat çok erkendi. Meydandan geçerken bazı dükkanların yavaş yavaş açılmaya başladığını gördüm. Bugün izin günü olmasa Yeonjun da yakında burada olurdu. Aslında onun için biraz üzülüyordum. Ben işi bıraktıktan sonra bütün işler ona kalmıştı. Kasada oturup nintendo oynamaya bayıldığından bu onun için kötü olmuş olmalıydı.
Bir an önce yatağıma girmek istediğimden adımlarımı hızlandırıp meydanı geçtim. Yüksekteki evimize doğru ilerleyip tepeleri geçtikten sonra sonunda bahçeli, beyaz evin önüne gelmiştim. Bahçe kapısını sessizce açıp ön kapıya geldim. Onu da aynı özenle açtım çünkü Hana teyzeyi uyandırmak istemiyordum. Kapıyı sessizce ittirip içeri girdikten sonra arkamdan kapattım. Fakat döndüğüm zaman Hana teyzenin zaten uyanık olduğunu ve koltukta oturmuş beni izlediğini gördüm. Gergin bir şekilde anahtarlarımı girişe bırakıp içeriye doğru yürüdüm.
"Hana teyze... Biraz yürüyüşe çıkmıştım da. Ne zaman uyandın sen?"
"Sakın Beomgyu, sakın bana yalan söylemeye kalkma."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hana'nın yıldızı ╬ taegyu
Фанфикsarı saçların en az bu aptal kasaba kadar sıkıcı 12.08.23