Serin hava tenine iğneler batırırken omzunda, ensesinde yoğun bir ağrıyla açtı gözlerini Barış. Gözleri yanıyordu. Uzun bir süre sonra, alkolün ve hislerini itiraf etmenin verdiği rahatlamayla derin bir uykuya dalmıştı.Masaya yaslı kafasını kaldırırken boynundaki ağrı iyice arttı. Sessiz bir inlemeyle boynunu ovuştururken doğruldu. Bu sırada üzerine atıldığını fark etmediği battaniye omuzların düştü usulca. Yanındaki kişiyi fark etti. Mert muhtemelen üzerine bir battaniye atmış, sonrasında oturduğu koltukta uyuyakalmıştı. Şanslıydı ki Barış'tan daha iyi bir pozisyonda düşmüştü bilinci. Barış ayağa kalkıp sırt kaslarını esnetti. Sağlam bir dayak yemiş gibiydi. Omuzlarından düşen battaniyeyi arkadaşının üzerine serdi.
Hava aydınlıktı fakat soğuk ona güneşin uzun süredir orada olmadığını anlatmak istiyor gibiydi. Acıyla yanan gözlerini kırparken masanın üzerindeki telefona uzandı.
O anda fark etti ve donup kaldı. Aras'a ses kaydı mı atmıştı?
Henüz ayılmamış zihninde kaygı gezinmeye başladı. Kalbi hızla çarpıyor, göğsünü delip geçmek ister gibi bir baskı uyguluyordu. Telefonun tuş kilidine bastı fakat telefon kapalıydı. Uzunca basarken telefonun bir an önce açılmasıydı derdi. Fakat şarjın olmadığını gösteren bir ibare dışında bir şey yoktu etrafında.
"Sikerim seni de şimdi..." Gerginliğin halim olduğu sesiyle söylenirken hızlı adımlarla salona yöneldi. Kanepede, yerde, koltukların etrafında sızıp kalan arkadaşlarının arasından sıyrılıp şarj aletini buldu. Telefonunu şarja takarken huzursuzluk ve kaygı içindeydi.
Mesajı Aras'a ulaşmış mıydı? "Ne olur gitmemiş olsun." diye geçirdi içinden. Biliyordu ki bir yanı gitmiş olmasını her şeyden çok istiyordu. Aras'a dönmesini söylemek istiyordu. Fakat bunu nasıl yapabilirdi? Kendini mantıklı olmaya öylesine zorlamıştı ki Aras'ın mutluluğu için... Onun gibi hastalıklı, geleceği olmayan birinden kurtulsun istemişti sevgilisi. Ona "Git" demişti, "Bizimki bir çocukluk aşkı, sonsuza kadar süreceği meçhul. Kendin için iyi olanı yapmak zorundasın." İçinden gelmemişti bu sözler. Yine de söylemişti o gece Aras'ı ikna etmek için. Büyük oranda iyi niyetlerle olsa da, Aras'ın yurtdışı hayallerinden bahsederken gözünde gördüğü hevesin de etkisi vardı. Öfkelenmişti Barış, hiç haddi olmadan.
Kafası allak bullaktı. Saatler geçmiş gibiydi ama telefonun ekranı hâlâ aydınlanmamıştı.
"Barış?" Eylül'ün güçsüz sesini duyunca yerinden sıçradı. Toparlanıp telefonu masaya bıraktı, arkadaşına yaklaştı. Arkadaşı bembeyaz kesilmiş yüzüne endişeyle bakarken zorlukla gülümsedi.
"Günaydın. Uyandığını fark etmemiştim."
"Kahvaltı hazırlıyordum... Bizimkiler epey sapıttılar gece. Biraz toparlasınlar dedim. Sen iyi misin?"
Barış başıyla onaylarken kendine telkinler verdi kafasında. Her şeyin yolunda olduğuna inandırmaya çalıştı.
"İyiyim, çok içmişim. Balkonda da uyuyunca kaslarım tutulmuş biraz."
"Mert yarım saat önce seni uyandırmak için gitmişti. Ses soluk çıkmayınca sizi kontrol etmem gerektiğini biliyordum."
Barış'ın yüzünde bir gülümseme oluştu. Pek masum olduğu söylenemezdi.
"Saat epey erken aslında... Mert'in bu saatte uyanması zordur. Uyumadı mı yoksa?" Sakin sesinin altındaki ima anlaşılıyordu. Eylül kısa saçlarının sakladığı yüzünün ısındığını hissetti.
"Sen yardım etsene bana!"
...
Barış'ın sataşmaları, Eylül'ün onu kızgın yağ ile tehditlerinin arasında birkaç saat geçmişti. Sohbet ederek yavaşça hazırlamışlardı kahvaltıyı. Bu sırada Savaş ve Aslı uyanmış - Aslı Savaş'ın horultusuna uyanıp onu da döverek uyandırmıştı- mutfaktaki ikiliye katılmıştı. Basit bir sofra hazırlamayı bekledikleri sırada, mutfağa giren herkesin yeni bir istekte bulunmasıyla menü epey genişliyordu.
"Eylül polisi ara! Barış kaybolmuş!" Mutfaktaki konuşma sesleri Mert'in telaşlı sesiyle kesilirken herkes kapıya döndü. Hemen arkasından benzer bir telaşla Ege omuzlarına tutundu.
"Nereye kaybolmuş?!" Gerçek anlamda, Barış hemen karşılarında duruyordu. Eylül açıklama yapıp yapmama konusunda kararsızlıkla yanındaki krep yapan arkadaşına ve kapıda panikle zıplayan arkadaşlarına bakıyordu. Mert bir süredir Eylül'e bakıyor olmasına rağmen yanındaki Barış'ı anca fark edebildi. Dramatik bir koşuşla arkadaşına sarıldı.
"Barış! Geri gelmişsin."
"Nereye gittim ki oğlum?"
"Yanımdaydın az önce, kaçırdılar sandım seni."
"Şey." Kapıdaki Ege'nin sesiyle anlamsız konuşmaları bölündü.
"Seni Müge Anlı'dan ararlarsa şaşırma tamam mı?" Barış bir arkadaşına, bir de elindeki telefona baktı. Elini alnına vurup, akşamdan kalmalığın verdiği baş ağrısıyla şakaklarını ovarken mırıldandı.
"Allah bana sabır versin!"
"Ege! Dokunma patatese. Dün gördüm seni Savaş'ın kulağını karıştırırken!"
Gerçekten, kaotik bir sabahtı.
Eylül'ün azarları ve Barış'ın Ege ve Mert'in aptal olduğuna dair söylenmeleriyle masaya oturdular. Belli ki kimse henüz ayılmış değildi. Barış'ın zonklayan başıyla gerginliği üst seviyede, Savaş masada uyuyakaldığı sıralarda Aslı'nın boğazına soktuğu patateslerle boğulmak üzere, diğerleri yemeğe yumulmuşken gülüşmeler, konuşmalar ve çatal-bıçak sesleri duyuluyordu.
Barış sıkıca kapattığı gözlerini araladı. Önündeki tabloyu izledi. Derin bir nefes alıp gülümsedi o an kargaşanın arasında. Tüm olumsuzluklara rağmen yine de arkadaşlarıyla bir aradaydı. Hiçbir sorun olmamış, kimse kimsenin kalbini kırmamış, hiçbir sır ve öfke aralarında geçmemiş gibiydi.
Hayatın acımasız olduğu kadar güzel olan yanı buydu. Ne olursa olsun, günler akıp gitmeye devam ediyordu.
Kapı sesini duyuldu o sırada gürültülerin arasında.
"Kim gelmiş olabilir?"
Ege ağzına krebin üstüne sürdüğü menemeni sıkıştırırken ayaklandı.
"Cem gelecekti işlerini halledip, o'dur. Ben açarım." Hızlı hızlı konuşurken eli hâlâ patatese gidiyordu. Eylül bir süre önce eline vurup ona kızmayı bırakmıştı. Bıkkınlıkla arkadaşını izliyordu.
"Sen açarsın tabii. Özlemişsindir dünden bu güne." diye imalı ses tonuyla sataştı Savaş. Ege oralı değildi. Tek derdi Aslı'dan önce birkaç patates fazla yemekti.
Barış iç çekip ayaklandı.
"Ben bakarım, ye sen." Ege dolu ağzıyla, sincaptan hallice baktı arkadaşına. Gülümsedi ve inanın, bu görmek isteyeceğiniz bir görüntü değildi.
"Sağ ol kanka." Barış başını salladı umutsuzlukla. Ağır adımlarla mutfaktan ayrıldı. Kapıya ilerlerken aklında Cem'den Ege'yi bir süreliğine bodrum katında kapalı tutmasını istemek vardı.
Ağrı ve uyuşukluk içindeki kaslarıyla kapının kulbuna uzandı. Başını kaldırıp gelen kişiye bakarken bir çift yaramaz, yeşil göz görmeyi bekledi. Fakat gördüğü bu olmadı.
Kapının önünde ona bakan kızarmış, yaşlı gözleriyle ve elinde bir saksıyla ona bakan Aras'tı.