41. hayatın karanlık yüzü

30 1 8
                                    

How Could You Leave Us, NF

TV, Billie Eilish

İncelikler, Sertab Erener

Doya Doya, Kalben

Somewhere Only We Know, Keane

Liva

Kendimden nefret ediyordum.

Bunu Veda yaptığında o kadar kızıyordum ki ona, hiçbir sebebi yoktu çünkü ve dünyanın en iyi insanıydı; her an ne olursa olsun bana yardım ediyordu, dinliyordu, yolda gördüğü kedilere mama alıp veriyordu, bir ortamdaysak eğer yalnız hissetmemem için elinden geleni yapıyordu, hayatımdaki en sevdiğim iki insandan biriydi ve her şeyimdi. Ve kendinden nefret etmesinin sebebi o kadar kötü bir şeydi ki bunu onun yüzünde gördükçe hiçbir zaman hissetmediğim bir hüznü hissediyordum, ona yaptıklarını düşündükçe ve öğrendikçe. Tüm bunlara rağmen Hala buradaydı ama sırf o, onu buna inandırdığı için kendinden nefret ediyordu.

Oysa benden etmeliydi. Çünkü eminim ki şu an hayatındaki en kötü insan ondan babasının varlığını saklayan kişiydi.

Meyra'nın zehirlendiği akşam babam beni şirkete götürmüştü, genelde gitmezdim çünkü direkt olarak eve ya da Atlas'a geçerdim bu yüzden bir gariplik olduğunu anlamıştım ve itiraz etmemiştim. Odasına girdiğimizde masada oturan kişiyi görmüştüm, en son yıllar önce gördüğüm halinden hiçbir farkı yoktu; tek fark, yanındaki Veda'nın eksikliğiydi.

"Seninle konuşmak istiyorum," demişti Pars masadan kalkarak, bense Veda'yla ne kadar benzediklerini düşünmüştüm. "Ama bundan Veda'nın haberi olmayacak."

"Bunu ona söylemeliyim," demiştim itiraz ederek çünkü istese de istemese de bunu bilmeliydi ve bu konuda bir fikri olmalıydı. "Bunu bilmesi gerekiyor, bunu ondan saklayamam."

"Sadece bir süre," demişti Pars, Veda'ya benzeyen gözlerine bakıyordum. "Zaten karşısına çıkacağım, yalnızca bunu yapana kadar."

Ve kabul etmiştim. Aynı anda kendimden nefret etmeye başlamıştım.

O gece bildiğim her şeyi Pars'a anlattım, nasıl bir hayatı olduğunu, neler yaptığını, sorduğu her soruya cevap verdim çünkü gerçekten onu yeniden tanımak istiyordu. Sorun elbette buna yardımcı olmak değildi, Veda'nın babasıyla mutlu olacağını biliyordum ve Pars çok iyi bir babaydı ama bunu bilmediği ve ondan sakladığım için kendimden nefret ediyordum. Çünkü o bana karşı bu kadar iyiyken ve benim yerimde olsaydı eğer hiç kimseyi dinlemeyip bunu bana söyleyecekken ben bunu ondan saklıyordum.

Küçükken bir kez görmüştüm onları, babası babamın şirketine gelmişti ve çok eski dostlardı, neredeyse yirmi yıllık. Üzerinde pembe bir elbise vardı, saçları tıpkı su anki gibi upuzundu ve babasının ona aldığı dondurmayı yiyordu ama bunu yaparken zorlansa da babasının elini bırakmıyordu. Saçlarında elbisesinin rengine benzeyen pembe bir toka vardı ve çantasıyla montunu babası taşıyordu, ilk defa geldiği için iri gözlerle etrafa bakıyordu.

Odaya girdiklerinde ikisine bakmıştım, Pars anında beni görerek hafifçe gülümsemişti. Babamla selamlaştıktan sonra konuşmak için odadan çıkacakken dizlerinin üstünde eğilip, "Şimdi benim kısa bir süreliğine işim var," demişti Veda'nın saçlarını kulağının arkasına sıkıştırarak, bense odadaki koltuğa oturmuş onları izliyordum ve Veda babasına o kadar odaklanmıştı ki beni fark etmemişti. "Orada Dinçer Amcanın kızı var, gördün mü? Adı Liva. Ben gelene kadar onun yanında kalabilir misin? Hem arkadaş da olursunuz."

as long as you love it |yarı texting|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin