11. BÖLÜM~Ivy

1K 112 259
                                    

"Ivy ile çıkıyoruz!"

Telaşla etrafıma bakınıp kafasına elimin ucuyla vurdum:

"Kafan yerinde mi senin? Ne demeye insanların içinde söylüyorsun? Şimdi benim kontrolsüz bir menajer olduğumu düşünecekler!"

"Hep kendini düşün zaten!"

Bir an duraksadım. Şu kafeteryada ikinci kez bağırarak ve kimsenin bizi duymasını önemsemeden kavga ediyorduk. Önemli olan bu değildi ama. Bana kendimi düşündüğümü söylemişti. "Hep" demişti. Bencil olduğumu söylemişti. Halbuki hayatımı onlara adadığımı en iyi bilen beş üyeden biriydi. Bilirsiniz bizim grup... Sinir ayak uçlarımdan saç diplerime kadar hızla yükseliyordu; hissedebiliyordum. Bunun hırsıyla ona okkalı bir tokat attım ve hışımla kafeteryadan çıktım. Onu çok iyi tanıyordum. Tokat attığım için beni öldürmek isteyecek kadar çok sinirlenecekti bana. Nitekim öyle de olmuştu. Bunu arkamdan devrilen masanın sesinden anlamıştım. Ah,cidden ne ateşli kavgalardı bunlar böyle! Bazen kendimi erkek gibi hissediyordum. Neyse ki üyeler sıklıkla güzel olduğumu söyleyip kadın olduğumu hatırlatırlardı. Her neyse! Düşünmem gereken şey bu değildi. Sinir katsayımda en ufak bir azalma olmadan soluğu Hangeng'in yanında aldım. Pratik odasında Korece çalışıyordu.

"Yaah!" diye haykırdım. Bir an şaşırdı ve etrafına bakındı. Durduk yere ona bu şekilde sinirleniyor olamazdım. Artından tekrar bana döndü:

"Bana mı dedin?"

Pofuduk kanepedeki boşluğa kendimi atarken haykırdım:

"Bu Heechul'un derdi ne?!"

"Hişul'a ne olmuş ki?"

Adını telaffuz edemezdi.

"Ivy ile çıktığını tüm kafeteryada bağırdı. Söylesene sen onu iyi tanırsın, ne derdi var?"

"Oh... Ben Korece'yi tam olarak anlamadığım için bana özet geçti. Net cümlelerden anladığım kadarıyla sadece görüşüyorlardı. Demek çıkmaya başlamışlar."

Elindeki kağıdı yanındaki sehpaya koyarken aklına gelenle sırtını dikleştirdi:

"Oh! Sevgili yasağı yok muydu?"

"Var..." dedim bitkince. Elini omzuma koydu. Gözleriyle üzülmememi söylüyordu. Muhtemelen bunun Korecesini bilmediği içindi. İç geçirdim.

"Çok zorlanıyorsun değil mi?"

"Hayır." dedi. "Bugünleri de atlatacağım. Koreceyi öğrenemeyecek halim yok."

"Onu kast etmedim Hangkyung. İnsanların senin üzerinde kurduğu baskıyı hissetmiyor olamazsın. Geçmişteki husumetleri şu an senin çekiyor olman çok korkunç. İstediğin tek şey sadık hayranlar ve iyi bir imaj. Neden elde etmen için önünü açmıyorlar? Ah..." dedim pişmanlıkla. "Bir menajer olarak seni yüreklendirmem gerekirken... Sanırım Kyoung bu konularda daha iyi."

"Hayır, sen de cesaretlendiriyorsun. Sürekli kendini yetersiz görmekten vaz geç. Leeteuk da senden etkileniyor olmalı. Sürekli..." deyip elini şıklatmaya başladı. Kelimeyi hatırlamaya çalışıyordu. Tahmin etmek zor değildi. Leeteuk'a uyacak en iyi kelime "endişeli" idi. Bunu söylediğimde cümlesini tamamladı.

"Evet, o sürekli endişeli."

"Biz onu böyle seviyoruz." dedim istemsizce. Onu korumama gerek yoktu halbuki.

"Ama o kendini böyle sevmiyor."

Şaşırdım.

"Nasıl yani?"

"Ailesini özlüyor. Hiçbirinizin bunu anlamaması tuhaf."

Başımı önüme eğdim. Hangkyung konuşamasa da kalbiyle bizden daha zekice davranıyordu. Daha anlayışlı ve hassastı. Yüreğim pişmanlıkla ezilmeye başlamıştı. Nasıl en yakın arkadaşımın sıkıntısını anlayamazdım! Evet, Hang da dahil tüm üyeler ailelerini görüyordu; ama Leeteuk'ın ziyaret için gittiğini asla hatırlayamıyordum. Gözüm puslandı. Ağlamaklı değildim. Başım çok ağrıyınca görüşüm bozulurdu. Şimdi ise nedeni belli bir şekilde baş ağrısı çekiyordum. Hangeng'e veda edip kafam allak bullak odadan çıkmaya yeltenirken kapıda Heechul ile karşılaştık. Bana kızacak gibi olduysa da yüz ifademi görünce korkup kolumu tuttu.

Ben Kralların Menajeriyim (B.K.M.)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin