YANSIMANIN İKİ YÜZÜ
MORTEPERLA
GİRİŞ
𖦹
İki düzenbaz, bir tetikçi ve bir hain. Masanın etrafında oturmuşlardı, ama hiçbirinin aklı gerçekten o masada değildi. Her biri kendi hesabını yapıyor, zihinlerinde bir sonraki hamleyi düşünüyordu. Hepsi; zamanın kendisini tükettiği, herkesin birbirini izlediği, kimsenin neyin peşinde olduğunu tam olarak bilmediği bir döngüde.
Düzenbazların ilki, hayatını bir satranç tahtası gibi planlıyordu. Her adımı önceden hesaplıyor, her hamlesini ince ince düşünüyordu. Oyun onun ellerindeydi ve o, bu oyunun ustası olduğuna inanıyordu. Onun amacı basitti: başkalarını manipüle etmek, onları kendi planlarına hizmet eder hale getirmek. Düzenbaz, zekasıyla her şeyi kontrol edebileceğine inanıyordu. Ancak farkında olmadığı şey, diğer düzenbazın da aynı oyunu oynadığıydı. Diğer düzenbaz, sessizdi, gölgeler arasında ilerliyordu. Onun stratejisi, iz bırakmamaktı. Birinci düzenbazın adımlarıyla silinen izler, aslında ona ait olanlardı.
Düzenbazların her ikiside birbirine gülümsüyor, dost gibi görünüyorlardı. Ancak o gülümsemenin ardında yatan anlam, ihanetin kendisiydi. İkiside birbirine güvenmiyor, birbirlerine ihtiyaç duyuyorlardı.
Oyunun doğası buydu; kimse tek başına kazanamazdı, ama kimse oyunu birlikte de kazanamazdı. Her adım, bir başka adımı tetikliyor, her hamle bir başka hamleye kapı aralıyordu. İkisi de onlar için biçilmiş rollerde, yıllardır aynı oyunu oynuyordu. Zaman onlar için ileri gitmiyor; aynı hareketler, aynı adımlar, aynı hileler, farklı maskelerle yeniden ve yeniden sahneleniyordu.
Tetikçi ise farklıydı. O sessizdi; sözlerle işi yoktu. Ellerini masanın altına saklamış, tetiğe yakın bir yerde duruyordu. Kimse onun ne yapacağını kestiremiyordu, ama bu masadakilerin hepsi, tetikçinin sessizliğinin bir tehdit olduğunu biliyordu. Sözler dönüp dolaşırken, tetikçi sadece bekliyordu. O anı bekliyordu—yanlış bir bakış, yanlış bir hareket ve o tetik çoktan çekilmiş olacaktı. Çünkü tetikçi, bir kez karar verdikten sonra tereddüt etmezdi. Onun işi, sadece işini yapmaktı.
İşini yapmak onun için bir görev değil, bir rutin haline gelmişti. Her kurşun, her öldürdüğü insan, tetikçi için sadece bir adımdan ibaretti. Farkında olmadığı şey ise: Öldürdüğü her kişi, geçmişin bir yansımasıydı. Bir önceki cinayet, bir sonrakini yaratıyordu. Zaman adeta tetikçinin ellerinde bükülüyor; her tetik çekişi onu döngünün içine daha da çekiyordu. Öldürdükçe, zaman başlangıca geri dönüyor ve her ölüm, bir diğerini tekrar doğuruyordu. Tetikçi, döngünün farkında değildi, ama her kurşun geçmişi yeniden yazıyordu.
Masadaki son kişi, hain. O, diğerlerinden biraz daha uzakta oturuyor, onları izliyordu. Yüzünde hafif bir gülümseme vardı, ama bu gülümsemenin altında çok daha karmaşık bir plan yatıyordu. Hain olmak, sadece bir sıfat değildi. O zaten bu oyunu çoktan bitirmiş gibiydi. Diğerleri birbirini tartarken, hain çoktan kendini kurtaracak hamleyi yapmıştı. Herkesin planı vardı, evet, ama hainin planı başkaydı; o, çoktan satmıştı bu masayı.
Çünkü hainlik, sadece plan yapmak değil, planı çoktan satmaktı. Satıldığını farketmeden oyuna devam ederdi diğerleri. Çünkü hain, bu oyunun gerçek ustasıydı. Düzenbazlar plan yapar, tetikçi sessizce beklerken, hain oyunu çoktan değiştirirdi.
Fakat burada tuhaf bir şey vardı. Hiçbiri fark etmese de, bu oyun defalarca oynanmıştı. Farklı zamanlarda, farklı yüzlerle, ama hep aynı sonla. Zaman, bu masanın etrafında düz bir çizgi gibi akmıyordu. Oyun, her seferinde yeniden başlıyor, yeniden şekilleniyor, ama aynı noktaya varıyordu. Bu bir döngüydü. Zamanın sarmalı içinde sıkışıp kalmış gibiydiler. Her biri oyunu oynadığını sanıyor, ama aslında sadece aynı döngüyü tekrar ediyorlardı. Oyun bitmiyor, her hamle yeni bir başlangıcın habercisi oluyordu. Oyun karmaşıktı, evet, ama asıl karmaşa zamanın kendisiydi; asıl paradoks buydu.
Düzenbazlar her defasında yeni bir stratejiyle oyuna başlıyor, ama sonunda hep aynı hataları yapıyorlardı. Tetikçi her defasında doğru anı bekliyordu, ama bu bekleyiş aslında başka bir bekleyişin tekrarıydı. Hain, her zaman kazandığını sanıyordu, ama kazandığı tek şey aynı döngüye bir kez daha hapsolmak oluyordu. Zamanın sarmalı onları içine çekmişti, ve her seferinde aynı oyun, farklı yüzlerle yeniden oynanıyordu.
Bu oyunun bir kazananı var mıydı?
Hayır.
Kazanan yoktu, çünkü oyun kazanmak üzerine kurulmamıştı. Oyun, kendi içinde var olan, kendi kurallarıyla oynanan bir labirentti. Ne kadar ileri gitmeye çalışırlarsa çalışsınlar, sonunda hep başladıkları yere dönüyorlardı.
Bu bir döngü, bir çember.
Zaman onları durmadan aynı masaya, aynı hikâyeye geri getiriyordu. Ne kadar derine inerlerse insinler, hep yüzeye çıkıyorlardı. Çünkü bu oyunun sonunda, kazananlar değil, sadece tekrar edenler vardı.
Ve tekrar, her şey başa dönüyordu. Düzenbazlar yeni bir plan yapıyor, tetikçi sessizce bekliyor, hainse kendi yolunu çiziyordu. Ama her seferinde, sonuç aynıydı. Zaman bir kez daha kendi üzerine kapanıyor, onları bir sonraki döngüye hazırlıyordu. Ne kadar kaçmaya çalışsalar da, döngü onları içine çekiyordu. Çünkü bu oyunu ya oynardın ya da oyun seninle oynardı.
Her oyunun sonu, bir ölümün nüksedişi ve bir savaşın başlangıcını doğurur.
Acta est fabula.
*Oyun bitti,*
𖦹
PERLA'DAN
Sevgili Okur,
Umarım giriş bölümünü beğenmişsinizdir. Yorumlarınız, eleştirileriniz ve geri dönüşleriniz, hikayeyi daha da zenginleştirecek ve bu yolculuğun bir parçası olmamıza yardımcı olacak. Herhangi bir durumda benimle iletişime geçmek isterseniz:
X ve Instagram hesabım: morteperla
Hepinize bol okumalı ve derin düşünceli günler dilerim! Birinci bölümde görüşmek üzere!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YANSIMANIN İKİ YÜZÜ (Düzenleniyor)
AksiyonSeden Sayedar, dedesi Fuat Alas Sayedar'ın ölümünün ardından karmaşık bir döngünün içine çekilir. Bu döngü, sıradan bir intikam hikâyesi değil; zamanın unutulmuş katmanlarında gizlenen, kırık yeminlerin yankılandığı ve çürümüş ideallerin yeniden fil...