Acı karşılaştırmak. Birinden daha fazla acı çekmek beni ondan üstün kılar mıydı? Acı çekmenin bir yarış olduğunu düşünmek bile ne kadar garipti. Ama belki de önce acının tanımını yapmam gerekirdi. Acı neydi benim için? Mental sancıların bedensel yaralara dönüşmesi... Kesinlikle, biri bana acıyı nasıl tanımlarsın diye sorsa böyle derdim.
Mutluluk, hayatımda sadece sayılı anlarda yaşadığım, yabancı bir duyguydu. Beni tanıyan hisler üzüntü, korku, hayal kırıklığı ve yalnızlıktı. Onlar her zaman yanımdaydılar; beni asla terk etmediler. Mutluluk ise geçici bir misafir gibi kapıdan bir görünüp kayboluyordu.
En zoru yalnızlıktı. Çünkü çevremde onca insan varken bile, kendimi yapayalnız hissediyordum. Kalabalıkların arasında kaybolmuş gibiydim, ama kimse beni fark etmiyordu. Seslenmeyi denesem bile, kimse duymazdı.
Bir zamanlar yalnızlığın beni güçlendirdiğine inanırdım. Ama aslında bu, içimde büyüyen derin bir boşluktan başka bir şey değildi. Günler geçtikçe o boşluk daha da derinleşti, ve ne kadar çabalarsam çabalayayım onu doldurmayı başaramadım.
Belki de acının bana kattığı tek şey bu boşluktu. Acıyı tanımış olmak, onu anlamış olmak bir şeyi değiştirmiyordu. Daha fazla acı çekmek beni kimseye karşı üstün kılmazdı. Ama ne acıdır ki, tek bildiğim oydu.
"Ben yıllardır neler çekiyorum, haberin var mı?!" Hayır, haberi yok. Olmasına da gerek de yok. Kolum kopmuş ama tek düşündüğüm, etrafımdakilerin bunu görmesi. Sanki acımı onlara kanıtlamak zorundaymışım gibi... Hatta kolu olanlar bana suçluymuş gibi geliyor. Sanki benim eksikliğim, onların varlığıyla daha da büyüyor.
Durup acımı yaşamıyorum. Kolum neden koptu ki? Oysaki en sevdiğim kolumdu. Oturup buna üzülmeliyim. Ama üzülmekten bile uzak kalıyorum. İçimdeki boşluk, acıya bile yer bırakmıyor sanki. Gözlerim çevremdeki insanlara kayıyor. Bir bakış, bir söz... Hepsinde anlam arıyorum. Anlatsam, anlarlar mıydı? Anlasalar ne değişirdi ki?
Üzülemiyorum çünkü kopan kolumun ardından yas tutmak yerine, başkalarının o kolu fark etmesini bekliyorum. Sanki birilerinin acımı onaylamasına, kabul etmesine muhtaçmışım gibi. Belki de acı, yalnız başına çekildiğinde gerçek oluyor, ama ben başkalarının bunu bilmesini istiyorum. Bilirlerse, belki ben de hissetmeye başlarım.
Ama kimsenin umursamadığını fark ediyorum. Kimse kolumun eksikliğini görmüyor. Herkes kendi hayatında, kendi acısında kaybolmuş. Belki de kimse kolunu kaybetmemiştir, ama herkesin başka bir eksikliği var. Onlar da kendi yaralarına dokunuyor, kimse bir başkasının acısını göremiyor.
Acı, yalnız başına yaşanıyor. Ve en zor olanı, kimsenin görmediği o eksiklikle yaşamaya devam etmek. Çünkü hayat seni buna alıştırıyor. Her gün, eksik parçalarınla nasıl yaşayacağını öğreniyorsun. İnsan, zamanla acıya bile alışıyor.
Ama sonra, hayatın asıl darbeyi en zayıf anında vurmak için beklediğini fark ediyorsun. Çünkü bir gün karşına, acını anlayan biri çıkıyor. Kolu yerinde, evet. Her şey dışarıdan eksiksiz görünüyor. Ama seni anlıyor. Senin eksikliğini hissediyor. Kendi yaraları görünmez belki, ama acı onun da tanıdığı bir dost.
O an afallıyorsun. Çünkü biri seni gerçekten anlamış olabilir mi? Acının yalnızca senin dünyanda var olduğunu sanırken, bir başkası o acıya dokunmayı başarabiliyor mu? İlk başta buna inanmak zor geliyor. Belki kendini açmaktan, bu anlaşılıyor olma halinden bile korkuyorsun. Çünkü eğer acın başkası tarafından görülürse, o yükü artık yalnızca sen taşımıyor olacaksın.
Yatakta, yanımda sanki dünya çok huzurluymuş gibi derin bir uykuya dalmış adama bakıyorum. Göğsü her nefes alışında hafifçe yükselip alçalıyor, yüzünde huzur dolu bir ifade var. O an zihnimde bir soru yankılanıyor: Taşıyabilecek misin, Jungkook?

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Duel
FanfictionBir komisyon başkanı ve idealist bir genç siyasetçi olan Jungkook, eşcinsel evliliği yasallaştırma hedefiyle meclise büyük bir mücadele getirir. Ancak, karşısında kararlı ve inatçı bir muhalif bulur: Kim Taehyung.