Ölüyordum. Nefeslerim çok kez boğazıma tıkanıyor göğsüm düzensilik yüzünden hızla inip kalkıyordu.
Kendimi toparlamaya çalıştım, ama her şey daha da kötüleşiyordu. Yataktan kalkamıyordum, çünkü bu basit hareket bile sanki tüm ağırlığımla beni yere çiviliyordu. Kalbim, öfke ve hayal kırıklığıyla dolu, kafamda çınlayan tek bir isimle çarpıyordu: Jeon Jungkook.
Neden böyle bir şey hissetmemi sağladı? Neden bana bu kadar dokundu? Kalbime her zamankinden daha yakın hissettim onu, ama aynı zamanda nefretim daha da büyüdü. Onu düşünmek bile içimde kaynayan bir volkan gibiydi, patlamaya hazır, kontrol edilemez.
Saat 5:00. Bu saatte uyanık olmamalıydım. Her zaman belirli bir düzenim vardı, ama bu gece hiçbir şey normal değildi. Zihnimde dönen düşünceler, beni uykumdan koparmış, huzurumu çalmıştı.
Beni saran ellerinin hayaletiyle savaşırken, gözlerimden yaşlar boşaldı. Onun bana dokunması, beni böyle sarsması... Bunun bana yaşattığı duygu karışımı dayanılmazdı. Hissettiğim tek şey, içimde yükselen nefretin giderek artmasıydı. Onun yüzünden bu haldeydim; onun yüzünden uyuyamıyordum.
Sıradan hayatımda, kendime yer bulmaya çalışırken, şimdi bu karmaşa içinde kaybolmuştum. Her şey çok hızlı gelişmişti. Kendimi bu kadar savunmasız hissetmemiştim. Ama şimdi, içimdeki her şeyi, tüm bu duyguları hazmetmeye çalışıyordum. Jungkook, beni nasıl bu hale getirdi? Bunu sormaktan kendimi alamıyordum.
Nefesim düzensiz, düşüncelerim karmaşıktı. Bu hisleri kabullenmekten başka çarem yoktu. Onun yakınlığı beni hem korkutuyor hem de daha fazlasını istememe neden oluyordu.
Bu sabahın kör saatinde, bu karmaşa içinde kaybolmuşken, sadece bir şey netti: Ondan nefret ediyordum. Onun bana hissettirdiklerinden, beni bu kadar kırılgan kılmasından, ona karşı duyduğum öfkenin yoğunluğundan nefret ediyordum.
Ama aynı zamanda, kendimden de nefret ediyordum. Çünkü ne kadar inkar etsem de, içimde bir yerlerde, onun yakınlığına ihtiyaç duyan bir parçam vardı. Ve bu beni daha da çok yaralıyordu.
Gözlerim hâlâ yaşlıyken telefonumun titreşimi sessizliği böldü. Elimi uzattım, ekranı bulanık gözlerle açtım. Gelen mesaj, kalbimin sıkışmasına neden oldu.
*Baban yarın Meclis'e geliyor, misafir olarak. Hazırlıklı ol.*
Mesajı okuduğumda içimde bir ağırlık hissettim. Babamın Meclis'e geleceğini biliyordum, ama bunun bu kadar yakında olacağını tahmin etmemiştim. En kötüsü de, orada Jungkook'la karşılaşacak olmalarıydı.
Beni baskı altında tutan ve hayatım boyunca sert idealleriyle yönlendiren babamla, duygularımı alt üst eden Jungkook'un aynı ortamda bulunması fikri bile sinirlerimi germeye yetiyordu. Babamın bakışları altında Jungkook'la nasıl yüzleşecektim? Onun yanında her zaman soğukkanlı olmak zorundaydım, ama Jungkook bu dengeyi bozan tek kişi olmuştu.
İçimdeki çelişki ve korku daha da büyüyordu. Yarın neler olacağını, bu karşılaşmanın ne gibi sonuçlar doğuracağını düşündükçe içimdeki düğüm daha da sıkılaştı. Kendimi toparlamalıydım. Ama nasıl? Bu duygusal kaos içinde nasıl sağlam durabilirdim?
Mesajı kapatıp telefonumu kenara koydum, derin bir nefes aldım. Babamla Jungkook'un karşılaşması fikri bile beni darmadağın etmeye yetiyordu. Ama kaçış yoktu. Yarın, tüm bu karmaşanın içine girmek zorundaydım. Bu gerilimin içinde nasıl ayakta kalacağımı bilmiyordum, ama bir yolunu bulmalıydım.
Saat 6'ya yaklaştığında, odanın karanlığı yavaş yavaş aydınlanmaya başlamıştı. Zihnimdeki karmaşayı bastırmak için kendimi toparlayarak yataktan kalktım. Yüzümü yıkadım, ama soğuk su bile beni kendime getirmeye yetmiyordu. Yine de hazırlanmam gerekiyordu. O an ne kadar bitkin olsam da, rutinime bağlı kalmak zorundaydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Duel
FanfictionBir komisyon başkanı ve idealist bir genç siyasetçi olan Jungkook, eşcinsel evliliği yasallaştırma hedefiyle meclise büyük bir mücadele getirir. Ancak, karşısında kararlı ve inatçı bir muhalif bulur: Kim Taehyung.