7

196 26 18
                                    


Gece yarısı, sokaklar sessiz ve boştu. Şehrin ışıkları bulanık birer hayal gibi süzülüyordu camlardan, ama Jungkook'un zihni bu görüntülerin çok ötesindeydi. Direksiyonun başında otururken, içindeki öfke ve hayal kırıklığı vücudunu sarmış, onu hırçın bir enerjiyle doldurmuştu. Ellerini sımsıkı direksiyona bastırıyordu; parmaklarının eklemleri beyazlaşmıştı.

Hızla dönen tekerleklerin sesi kulaklarını doldururken, zihninde sadece bir düşünce vardı: İleriye gitmek, durmadan, ne pahasına olursa olsun... Ama bazen, en dikkatli sürücüler bile önlerini göremezler. Bir anlık bir hata, yanlış hesaplanmış bir dönüş...

Araba, yolda bir an kaydı ve bir ağaçla sert bir şekilde çarpıştı. Çarpmanın etkisiyle Jungkook'un vücudu sarsıldı; direksiyon, ellerinin arasında acı verici bir şekilde savruldu. Derin bir nefes aldı, çarpışmanın ardından gelen ani sessizlik, bir anlık bir şok yaratmıştı. Kendine geldiğinde, sol elinden sızan sıcak kanı hissetti. Ama bu acı, içindeki öfkenin yanında önemsiz kalıyordu.

Jungkook hızla cebinden telefonunu çıkardı, sinirle ekranı kaydırarak Jimin'i aradı. Telefonun diğer ucunda Jimin'in uykulu sesi duyulduğunda, Jungkook'un sesi sert ve keskin çıktı:

"Jimin, hemen buraya gelmeni istiyorum. Otele gitmem lazım. Arabamı bir ağaca çarptım ama önemli değil. Sadece gel."

Jimin'in bir anlık sessizliği, Jungkook'un sabırsızlığına tuz biber ekti. Yüzündeki gergin çizgiler derinleşti, dişlerini sıktı. "Hemen gel!" diye tekrarladı, sabrının sonuna geldiğini belli edercesine.

Telefonu kapattıktan sonra, başını koltuğun arkasına yaslayarak derin bir nefes aldı. İçindeki karmaşa ve sinir, dış dünyada karşılık bulacak bir yere ihtiyaç duyuyordu. Kendi hatasının ağırlığı ve bunun doğurduğu öfke, kalbinin hızlı atışlarını daha da hızlandırıyordu.

Jungkook, arabanın yanında dikilirken, gecenin serin havası ona çarpıyordu ama içindeki öfkenin ateşi, bu serinliği hiçe sayıyordu. Birkaç dakika sonra Jimin'in arabası, hızla yanına yanaştı. Jimin, direksiyonda olmasına rağmen, gözlerinden yorgunluk ve endişe okunuyordu. Arabayı durdurduğunda, hızla dışarı çıkıp Jungkook'a doğru yürüdü.

"Jungkook, iyi misin? Bu ne hal?" diye sordu, elindeki yarayı fark ettiğinde.

"Önemli değil," diye yanıtladı Jungkook, sinirli bir el hareketiyle. "Sadece beni otele götür. Şimdi konuşmam lazım."

Jimin, Jungkook'un gözlerindeki kararlılığı ve öfkeyi görünce içini derin bir endişe kapladı. "Jungkook, bu buluşmayı iptal etmelisin. Taehyung'la bu haldeyken konuşmak, işleri daha da kötü yapabilir. Biraz sakinleşmek için zamana ihtiyacın var."

Ama Jungkook, Jimin'in söylediklerini adeta duymamış gibiydi. "Zamanım yok, Jimin. Şimdi konuşmam gerekiyor," dedi, Jimin'in gözlerine dik bir şekilde bakarak.

Jimin, Jungkook'un inatçılığı karşısında bir an duraksadı ama onun bu kadar öfkeli olmasının sadece kötü sonuçlar doğuracağını biliyordu. Yine de, Jungkook'u bu kararından döndürmenin imkânsız olduğunu anlamıştı. "Pekala," dedi sessizce, "Ama seni uyarmak benim görevim. Umarım bu doğru karardır."

Jungkook, Jimin'in yanına otururken, araba tekrar yola çıktı. Yol boyunca, Jimin ara sıra endişeli bakışlar atsa da, Jungkook'un kararlı duruşu onu daha fazla konuşmaktan alıkoydu. Nihayet otele vardıklarında, Jimin arabayı park etti ve ikisi birlikte otelin kapısına doğru yürüdüler. Kapıda, Taehyung'un asistanı onları bekliyordu.

"Bay Jeon," dedi asistan, soğukkanlı ve profesyonel bir sesle. "Bay Kim sizi bekliyor. Lütfen beni takip edin."

Asistanın peşine takılan Jungkook, Taehyung'la yapacağı konuşmanın sonucunu düşünmeden, adımlarını hızlandırdı. Jimin ise onun arkasında yürürken, içinden dua ediyordu; umarım bu gece, düşündüğünden daha az yıkıcı olurdu.

Duel Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin