Bölüm 16 : Tanrı Hediyesi

2 2 1
                                    

Bazen kaybettiklerimizin yanında kazandıklarımız da olurdu. Tabi ne kadar kazanıp ne kadar kazanmadığınız durumunu bilmediğiniz sürece bu kazanç mı olurdu yoksa kayıp mı?

Alin'den.

Çok seven mi yanılırdı yoksa çok düşünen mi?

Bu soruyu kendime sorduğumda kalbim 'ikisi de' cevabını veriyordu sadece. Onları çok sevmiştim ama onlar giderek benim hislerimi yanıltmışlardı. Çok düşünmüştüm ve yine yanılmıştım çünkü onlar beni düşünmeden kapılmışlardı bir karanlığın ivmesine.

En çok acıtansa hiç mücadele etmemeleriydi. Ben onlar için bu kadar çok mücadele ederken onlar benim için hiç mücadele etmemişlerdi.

Buğlem Çankaya, öldü.

Yiğithan Alpdemir, öldü.

Esila Yıldırım, öldü.

Peki, sıradaki kimdi? Kutay mıydı yoksa Mete miydi? Yoksa ben miydim hiçbir fikrim yoktu. Buradan ya tek parça çıkacaktık ya da cesedimiz çıkacaktı. Her halükarda bakılınca cesedimizin çıkması daha muhtemel bir olaydı elbette.

Artık verdiğim savaşı gerçekten kaybetmek üzereydim. Sadece Kutay, Mete ve ben kalmıştık. Tabii Mete'nin varlığından bile şüpheleniyordum artık. Uzun süredir hâlâ ortalıkta yoktu Mete.

Kutay'la sadece koşmaya devam etmiştik ama Mete'ye dair tek bir ize rastlayamamıştık hâlâ. Yer yarılmış da içine girmiş gibiydi resmen. Ona dair tek bir parça bulmak bile umutlarıma dair yeni yangınlar çıkartabilecekken hiçbir yol katetmemiştik. En çok acıtanlardan biri ise buydu tabii. Sevdiğine dair bir iz bile bulamamak.

"Alin! Buraya bakman lazım!"

"Ne oldu Kutay?"

"Alin, kan var burada."

"Kan mı? Burada mı?"

"Aynen, baksana. Bir iblisin kanı olur mu Alin?"

"Hiç sanmıyorum Kutay."

"O zaman geriye tek bir seçenek kalıyor Alin."

"Mete."

"Aynen öyle Alin. Kan daha kurumamış, buralara yakın bir yerdedir belki. Şimdi nereye gidelim sence?"

Kutay'ın sorusunun üzerine etrafımda dönerek her mağara duvarına baktım. Hepsi zaten aynı gibiydi ama tek bir duvar haricinde. Duvarın birisinde naylonlara benzeyen tarzda kumaş gibi şeyler asılıydı. Ortalıkta hiç rüzgar olmamasına rağmen onlar efil efil estiriyorlardı kendilerini. Bu işte bir bit yeniği olduğu ise çok âşikardı.

"Kutay, şu duvara gidelim."

"Gidelim Alin."

Duvara doğru yürüdükçe orada gerçekten rüzgar esmeye başlamıştı ama sorun şuydu ki burası tamamen kapalı bir yerdi. Bu nasıl mümkün olabilirdi?

Daha da yaklaştıkça rüzgar daha fazla esmeye başlamıştı. Resmen dondurucu soğuklardaki rüzgarlar gibiydi. Ama bu rüzgar beni pes ettirmeye yetmezdi. Her ne olursa olsun bu siktiğimin mağarasından Mete olmadan asla çıkmayacaktım.

"Kutay beni yukarı kaldırabilir misin?"

"Ben eğileyim, sen benim ellerime basarak omzuma çık. Yapabilir misin Alin?"

"Elin acımaz mı Kutay?"

"Saçmalama Alin. Seni belinden tutup kaldıramam, dokunmayı sevmiyorsun."

"Tut ve kaldır beni Kutay."

"Alin emin misin? Sürekli temas etmemiz gerekir."

"Sen benim kocam değil misin? Bırak da temas et artık bir zahmet."

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: 2 days ago ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

ZAMANIN KIRBACIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin