Bölüm 15 : Hakikatlerin Eşiği

8 3 0
                                    

İnsan duyduklarını nasıl içine sindirebilirdi? Ya da bu her zaman mümkün müydü? Canınızdan bir parça koparken nasıl tepkisiz kalmanız istenebilirdi? Daha biz ne kadar kanayabilirdik? Biz bu hayatta daha ne kadar kaybedebilirdik?

Kutay'dan.

"Buğlem."

"Buğlem!"

Alin'le ikimiz aynı anda var gücümüzle koşmaya başladık. Yaşadıklarımızın ardı arkası kesilmemekle beraber her gün bir yenisi daha ekleniyordu.

Şuan tek temennim o alevler içinde yakılarak vücudunu tanınmayacak hale gelen kişinin Buğlem olmamasıydı.

Sadece koştuk Alin'le. Hiçbir şey demedik, bağırmadık, çağırmadık. Umutlarımızı arkamıza aldık ve koşmaya başladık.

Umut ayakta tutardı insanoğlunu. Bir şey istersiniz ve onu umut edersiniz. Belki günlerce belki aylarca belki de senelerce. Zaman kavramını yitirir insan konu umutları olunca. Şimdi biz de öyleydik. Buğlem'in yaşaması umuduna tutunup var gücümüzle koşuyorduk.

"Alin sağdan gideceğiz."

"Tamam Kutay, durma!"

İkimiz de sağa döndük ve koşmaya devaö ettik. Mağara fazla büyüktü ve ucu bucağı resmen gözükmüyordu. Tahminlerimce biraz sonra sola dönmeliydik. Buğlem için geç kalmak istemiyordum.

"Alin, sola!"

Alin direktiflerime harfi harfine uyuyordu ve bana uyumlu şekilde koşturuyordu. İkimiz de avını isteyen tazı gibiydik resmen.

Etrafıma bakındığımda ise gideceğimiz yere çok yakın olduğumuzu gördüm.

"Alin! Dur!"

Anında durdu ve anlamayan gözlerle baktı.

"Geldik Alin. Sağ tarafa girince orada olması gerek."

Alin başını salladı ve yanıma geldi. Onu hafifçe arkama aldım ve yürümeye başladık. Zamanın Kırbacı hâlâ orada olabilirdi. Her ne kadar onu durdumaya yetemesem bile en azından Alin'i arkama alarak içimi biraz rahatlatmıştım.

Yavaşça mağaranın sağ tarafına doğru ilerledik. Hafifçe etrafa baktığımda masadaki kız hariç kimse yoktu. Yine Alin'i arkamdan çıkarmadan yavaşça ilerledik.

Korktuğum an başıma bire bir gelmişti.

Masada yatan kişi Buğlem'den başkası değildi. Alin arkamda olduğu için görmüyordu ama huzursuzca kıpırdandığını hissedebiliyordum.

"Alin, o."

Alin'den.

"Alin, o."

Sadece iki kelime. Alin ve o. Söylemesi bir o kadar basit ama bir o kadar da zor. Acıların en büyüklerinden birisini daha yaşıyorduk. Tutunduğumuz umut dalları köklerinden kırılıyordu. Artık kendimi kaybediyordum. Canımdan sürekli bir parça koparılıp benim elime veriliyordu.

Bu sefer de Buğlem mi vardı sırada? Beni seven herkesin öldüğü gibi o da mı toprakların altında uyuyacaktı? Ne de alınanlar geri verilmezdi?

"Kutay, çok mu kötü?"

"Kötü, Alin."

"Uyuyor mu peki?"

"Hem de çok derin Alin."

"Zaman onu da mı bizden aldı?"

"Aldı Alin."

"O toprağın altında nasıl duracak Kutay? Çok cıvıl cıvıl o. Yerinde duramaz ki. Hem narindir benim Buğlem'im, üşür orada o."

Kutay'ın ağlama seslerini duyabiliyordum. Hâlâ gösyaşlarının var olduğuna şükretmeliydi. Bense susuzdum. Akmıyordu gözyaşlarım. Ben onlar için yaşıyordum onlarsa benim canımı yakmak istermiş gibi sürekli benden gidiyorlardı.

ZAMANIN KIRBACIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin