Onu öptüm. Vücudum güçsüz düşecek raddeye gelene dek onu öyle bir öptüm ki, ruhuna kadar uzandım sanki. Parmaklarım teninde her gezinişinde alev alev yandı. Ona tutunmak yetmedi, onu tam anlamıyla içime sokmak istedim. O ana dek onu öpmenin bu kadar doğru hissettireceği aklımın ucundan bile geçmemişti. Sanki ben bir parçası eksik olduğu için bir köşede tozlanmaya bırakılmış bir yapbozdum da, o rastgele bir yerden ansızın çıkıp gelen tamamlayıcı ve kurtarıcı parça gibi hissettirmişti.
Bedenimi her kavrayışında tüm mezarlarımın üzerinde çiçekler açmış gibi hissettirmişti. Üzerimde böyle büyük bir etkisinin oluşu normal miydi? ben bundan nasıl böylesine habersizdim?
Alnını alnıma yaslayıp soluklanırken gözleri sıkı sıkı yumuluydu. İkimizin de söyleyecek tek bir kelimesi yok gibiydi. Bolca kafa karışıklığı ve arzu vardı yalnızca. Kafamı hafifçe kaldırıp hemen arkasında kalan aynadan kendime baktım. Saçlarım darmadağındı. Garip, dokunuşlarını hala tutamlarımda hissedebiliyordum. Dudaklarım kıpkırmızı olmuş ve şişmişti. Onun dudaklarında da farklı bir durum söz konusu değildi.
Güzel sarı saçları benimkilerin aksine okşadığım için geriye taranmıştı. Boynu kızarık, yüzü domatesleri kıskandıracak kadar kırmızıydı. Her zaman önce burnu kızarıyordu ve bu tatlıydı. "Soobin," sesi sanki acı çekiyormuş gibi çıktı. Açar açmaz dolan gözleriyle, beklenti dolu bir halde bakıyordu yüzüme. "Efendim?" belki de ilk kez böylesine güçsüz çıkmıştı sesim.
"Benden uzaklaşacak mısın?" düşünmesi ve sorgulaması gereken onca şey varken ilk takıldığı şeyin bu oluşu komik geldiğinden kıkırdadım. Ancak o hala üzüntüyle bakıyordu bana. "Hayır, istediğim şeyler başka." diyiverdim kendime yenik düşerek. Kaşları merakla havalandı. "Ne istiyorsun?" bunu belki de kendime son bir dakika içinde yüzlerce kez sormuştum. Ne istiyordum? dokunuşlarını? seni?
"Sen ne istiyorsun?" içinde bulunduğu durumu sanki bu soru sayesinde idrak etmiş gibi göründü bir anda. Gerginlikle parmaklarıyla oynamaya başladı. "Soobin ben..." ona doğru bir adım atıp kenarlarındaki etleri yolmaya başladığı parmaklarını tuttum. Böylece bakışları otomatik olarak beni buldu. "Sorun yok." dedim gözlerimi bir an olsun kırpmadan. Gerginlikten ölecek gibi görünüyordu ve daha fazla böyle hissetmesine göz yumamazdım.
"Ne diyeceğimi bilmiyorsun ki." diyerek sızlandı. Haline bakılırsa tahmin etmenin zor olmadığı aşikardı. "Sadece takılmak istedin hepsi bu." bunu söylemek içimde ağır bir his bıraktı. "Soobin hayır-" bana doğru uzanan eli geri çekilmem sonucunda boşluğa düştü. Söylemek istediğinin bu olmadığını bilsem de beynim doğrusunu düşünmeme engel oluyordu. Nedense kırgın ve öfkeli hissediyordum ancak ona karşı böyle hissetmemem gerektiğini de biliyordum.
"Ben eve geçiyorum. Çıkarken Beomgyu'ya söylerim seni eve bırakır."
**
kırmızı oje mi kırmızı halat mı
soobin: taehyun
taehyun: hayır uzaklaş
lara: noluyo yine amk
soobin: taehyun işten atılmış amk
biz adamı içeride sanıyoruz
bi çıktık kimse yoklara: ya amınakoyim taehyun yine mi atıldın
oğlum sen ne yaşatıyosun bu insanlara da atıp duruyolar senitaehyun: ya yine beomgyu yüzünden atıldım amk
soobin: lan
beomgyu ne alaka
oğlum ayrıca sen yokken olay çıkmış
adamın birinin kafasına şişe indirmişler
götü yemediği için şikayetçi de olmamış
naptıysa artık
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hot to go • yeonbin
Fanfictionbarlarda yüzlerce kişiyi öpebilirsin bir shot daha at ve hissi durdurmaya çalış