BÖLÜM 8: KAZA

161 61 3
                                    

Yıllardır görmemiştim onu.Babasının işi nedeniyle taşındığını duymuştum. Çocukluk aşkımdı . Ve hala çok yakışıklıydı gerçi bunun ben Göktuğ'u severken pek bir anlamı yoktu. Küçükken çok sulu bir çocuktu. Minicik boyu vardı ama tüm kızlar peşindeydi, bende o safların arasındaydım. 6. sınıftaydık ilk defa onu sevmiştim zaten ondan sonrada Göktuğ ile tanışana kadar kimseyi sevmemiştim. O zamanlar gerçekten çok çirkindim sivilcelerim falan vardı. Belkide sivilcelerin Asyası vardı. Evet, evet abartmıyorum ergenliği biraz ağır atlattım ben işte bu yüzden Mert beni hiçbir zaman beğenmedi ama şuan için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Ama beni tanımamış olmalı ki yarım her kıza uyguladığı ağız, havalı bir gülüşle bana bakıp yanımdan geçip gitti. Gamzeleriyle prim yapıyordu resmen. Birden durdum yolun ortasında. Onun burada ne işi vardı? Hadi Adana'ya akrabalarını ziyarete geldiğini var sayarsak bizim mahallemizde ne isi vardı. sonra yürümeye devam ettim ve nasıl olsa bir daha görmeyeceğim dedim kendi kendime.

Markete geldiğimde sabah kahvaltı yapmadan çıktığım açtım ve aç olduğumda gördüğüm her şeyi çekerdi canım. ilk önce brownilere saldırdım, depresyona birebirdi. aklıma birden Göktuğ geldi o her markete gelişimizde bu reyona girmeme izin vermezdi "sonra kilo aldım diye başımın etini yiyorsun" derdi. gözlerim doldu bir damla yaş damladı elimdeki paketin üzerine. sonra gözümdeki yaşları silip gülümsemeye çalıştım. Birden tüm iştahım kaçmıştı biraz markette öyle boş boş dolaşmaya başladım sonra nutellaların olduğu reyona gelince istemsizce en büyüğünden nutella alıp marketten çıktım. Elimdeki poşeti sallayarak ağır adımlarla eve doğru yürüdüm. eve geldiğimde anahtarım olmasına rağmen zili çaldım eve geldiğimde kapıyı bana açacak birilerinin olması çok büyük bir lütuf bence ve ben bu zevki doya doya yaşamak istiyorum. Zili çaldım açan olmadı biraz bekleyip tekrar çaldım ama yine açan olmayınca anahtarımı çıkartıp eve girdim. Evde kimsenin olmaması beni huzursuz etmişti. Meryem Teyzeye seslendim diğerleri evde olamasa bile o olurdu. Cebimden telefonumu çıkartıp Meryem teyzeyi aradım.

" Meryem Teyze nerdesiniz?"

Sesi biraz garipti. o neşeli kadından eser yoktu ses tonunda. " Kızım bak önce bir yere otur. " dedi oturmamı ve bekler gibi sustu biraz bende bu sırada sözünü dinleyip bir yere oturdum. "Evet" dedim. tedirgin olmuştum. Derin bir nefes alıp konuşmaya başladı. Kızım baban sabaha karşı kaza yapmış, biz şuan hastanede onun yanındayız." Hangi hastanede olduğunu öğrenip yola çıktım. üzülüp üzülmediğimi bilmiyordum ama şaşırmıştım. Babam o saatte genelde uyuyor olurdu. bir taksiye atlayıp hastanenin adını söyledim, on beş dakikaya oradaydım. Resepsiyona gayet sakin bir şekilde hasta ismini söyledim yoğun bakımda olduğunu söylediler. Aslında üzülmüştüm ama bunu kendime yediremiyordum, o adam için üzülmeyi kendime yediremiyordum. Ama içim hafiften sızlıyordu. Ne olursa olsun babamdı belki aramız şimdi berbattı ama eskileri düşündükçe onun için üzülüyordum ve eskide kalan o adamı özlüyordum. aklımdan eskileri geçirirken bir yandan da asansör bekliyordum oldukça dalgındım. Asansörün kapısı açıldı içeriden bir kaç kişi çıktı ve onların yerine yeni insanlar doldurdu içeriyi. Yaşamda böyle değil miydi? biri ölürken yeni birileri doğuyordu. Gidenin yeri maneviyat olarak dolmasa da fiziki şekilde doluyordu. yoğun bakım ünitesine geldiğimde rengi bembeyaz olmuş ve şaşkın bir yüzle çıktım asansörden. Babamın durumu hakkında hiç bir şey bilmiyordum. Koridorda sağa döndüğümde Meryem Teyzeyle burun buruna geldim.

"Kızım!" sesi endişeliydi. Bunun neden. benim halim olmalıyı.

"Bu ne hal?" dedi korkmuş bir sesle.

"Durumu nasılmış Meryem Teyze?" Duygusuz bir sesle. Aslında içimde fırtınalar vardı ama dışa yansıtmama gururum izin vermiyordu.

"Gel otur şöyle kızım önce." derken beni gördüğümde aklıma ilk gelen şeyin kefen olduğu bembeyaz duvara yaslanmış sandalyelere çekiştiriyordu. İçimde babamın kurtulamayacağı gibi bir his vardı.

" Meryem Teyze, cevap ver lütfen." sesimden sabırsızlandığım belli oluyordu.

"Daha doktoruyla konuşmadık. Uzun ve zorlu bir ameliyat geçirdi şuan doktor müşahede altında tutuyor gerekli açıklamayı az sonra verecekmiş daha odadan çıkmadılar." dedi tek nefeste. Sabırlı olmaya çalışıp doktorun odadan çıkmasını bekledim. Biraz bekledikten sonra doktrun odadan çıktığını gördüm ve hemen yanına koştum. Artık alışıla gelmiş bir soru olduğu için doktor "durumu nedir doktor hanım?" dememi beklemeden konuşmaya başladı.

" Hasta zorlu bir ameliyat geçirdi açıkcası şu an çok fazla açıklama yapmak istemiyorum yani ne sizi umutlandırmak ne de umudunuzu kırmak isterim. Şuan durumu stabil size asıl açıklamayı hasta uyanınca yapabilirim. Ama siz yine de her şeye hazırlıklı olun hasta çok büyük bir kaza geçirmiş."

doktor gidince olayın aslını astarını öğrenmek üzere Orhan Amcanın yanına gittim.

"Orhan Amca ne oldu da bu adam sabahın körüne kadar sokaklardaydı. Babam prensip sahibi bir adamdır evine döndüğü evinden çıktığı saat bellidir." dedim olanlara anlam veremediğimi surat ifademe yansıtarak.

" Kızım baban senin öğrenmeni istemiyordu ama ben sana her şeyi anlatacağım." devam etmesini istediğimi belli etmek için kafamı salladım.

"Bak kızım maddi durumunuz şu sıralar pek iyi değildi ama baban sana bunu hiç hissettirmedi. Ortağı babanı dolandırıp tüm şirketin üzerine konmuş." şaşırmıştım babam neden bunu bana hissettirmemeye çalışmıştı. Normalde çok para harcadığım için bağırıp çağırması lazımdı. " Peki nasıl hiç hissettirmediniz bana o kadar zaman."

" Baban bankadaki birikimlerini ne olur ne olmaz diye kenarda tuttuğu paralardan harcadı belki sürekli sana bağırıp çağırıyordu ama bunun nedeni senin çocukken bir çocuğa aşık olmandı. Adı neydi? Mete mi, Mert mi neydi?"

"Mert'ti ama babam bunu nereden öğrendi ki?"

"Bilirsin baban her şeyinin bana anlatırdı ben onun için evinde bir çalışan değildim sadece. Bir ün oturduk dertleşirken günlüğünü bulduğunu ve merakına yenik düşüp rastgele bir sayfasını açıp okumaya başladığını söyledi. o sayfadada o çocuktan bahsetmişsin baban ilk defa o zaman oturup senin yuvandan uçacağın günü düşünmüş ve senin de onunu bırak gitmeni düşünmek onu gerçekten yıkmıştı o zaman ki surat ifadesini dün gibi haırlıyorum gözleri dolu doluydu bunlardan bahsederken sonra sana bağlanmaması gerektiğini söyledi işte sana kötü davranmasının tek nedeni buydu. seni kıskanması ve seni kaybetmek istememesi... " şaka gibiydi her şey birden içimi küçücük kalbimi kocaman bir pişmanlık kapladı.Hep böylemi olurdu? Gerçekler hep birini kaybederken mi çıkardı ortaya? Hep böyle dar zamanlarda mı anlaşılırdı insanların değeri? Peki tek suçlu ben miydim? Kesinlikle hayır, neden anlatmamıştı hislerini,bana niye bozmuştu aramızı?tek kelimeyle saçmalıktı bu bir o kadarda bencillikti beni hep yolda bırakıldım bu hayatta önce annem tarafından sonra babam sonra Göktuğ. Alışkınım ama ben yalnızlığa insanların kendi mutlulukları beni üzmesine. peki şimdi ne olacaktı babamı tekrar buldum ama kaybetmem an meselesi gibi hissediyordum. Orhan Amcayı orada öylece bırakıp dışarıya çıktım. her şey üst üste gelmişti ama benim omuzlarım tüm bu olanları taşıyabilecek kadar güçlü değillerdi.

Hastanenin bahçesi yeşillerle çevriliydi. Ağaçların arasında kalan bir banka oturdum. Düşündüm. Sadece düşündüm. Geçmişi... Geleceği... Annemi... Babamı... Göktuğ'u... Delirme seviyesine gelmişken bankta öylece uyuya kalmışım.

PANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin