12.2 BÖLÜM:

196 30 23
                                    

Selam! Evet, geri döndüm. Sizlerden, wattpad den uzak kalmak çok zormuş. Bu bölümü on ikinci bölümü çok kısa kestiğimi fark ettiğim için o bölümün devamı niteliğinde yazmaya karar verdim., umarım hoşunuza gider. Bu arada lütfen beni yorumsuz bırakmayın. Sizden oy istemiyorum iyi de olsa kötü de olsa yorumlarınız benim için çok değerli ve önemli. Şimdiden çok teşekkürler. İyi okumalar...

- medyadaki parçayı bölümle alakası olduğu için değil hoşuma gittiği ve sizinde dinlemenizi istediğim için koydum :))


Belki bahsettikleri teklif Mert'in gitar kursunda ders vermesiydi. Adamın Mert'in burada öğretmenlik yapmasını istemesi normaldi. Çünkü sadece Mert'le vakit geçirmek için kursa gelecek çok fazla genç kız vardı. Uzun boyu, beyaz teni ve kaslı vücudu sokakta yürürken bile kızların dikkatini çekiyordu. Bu da hayliyle adamın işine yarayacaktı.

Derslere ne zaman başlayacağımız konusuna da açıklık getirdikten sonra kurs merkezinden ayrıldık.

''Ee, kursu ayarladık ama gitarın var mı?'' dedi Mert bir yandan arabayı kullanırken.

'' Evet, var ama yeterli olur mu bilmiyorum. Sanırım yenisini almam gerekecek.''

'' Hayır alma sen. Ben gitarını sana ben vermek istiyorum.'' Derken sesinde bunun için ne kadar heyecanlı olduğunu belli oluyordu.

''Bakarız.'' Hediye almayı pek sevmem onlar bunu karşılık bekleyerek yapmasa da ben karşılığını verememekten çekinirim hep.

Bir süre sessizlik oldu. Sessizliği bölen ise Mert'in '' Şimdi ne yapıyoruz? Biraz gezsek mi?'' cümlesi oldu. Aslında yapmak istediğim şey eve gidip pijamalarımı giydikten sonra hiçbir şey yapmadan oturmaktı. Belki biraz ders çalışırdım. Ama merakıma yenik düşüp '' Ben ce eve gidip gitarını alalım sonra bir yerde gidip oturalım, sen çal ben dinleyeyim. '' dedim. Mert anında kabul etti bu teklifimi. Eve döndük ve gitarını alıp evin yakınlarında ki bir parka gittik. Eskimiş olan banklardan birine oturduk. Bir süre gitarın akorduyla uğraştıktan sonra Mert çalmaya başladı. Sesi kadife gibiydi; pürüzsüz ve yumuşacık. İnsanın içine işliyordu sanki. Evet, sesinin iyi olduğunu söylemişti ama bu kadar iyi olacağını beklememiştim. Ağzım bir karış açık mest olmuş bir halde onu dinliyordum. Hem sesi çok iyiydi hem de gitarı çok iyi çalıyordu.

''Bak sana bir şarkı çalacağım ve ilk sen dinlemiş olacaksın.'' Dedi. Şarkının sözleri tam içinde bulunduğumuz durumu anlatıyordu ve sanki dün gece yazılmış gibiydi. Dayanamayıp sordum.

'' Bunu ne zaman yazdın?''

Gözlerime baktı, gülümseyip tekrar gitarına çevirdi gözlerini. Şarkının bitmesini bekliyordu . şarkı biter bitmez bakışlarını tekrar bana çevirdi. ''Dün gece'' dedi kimsenin duymasını istemiyormuşçasına bir sesle. Sadece sustum. İlk defa adıma beste yapılıyordu. O bakışların ağırlığını kaldıramayıp gözlerimi kaçırdım. Aramızdaki sessizliği bölmek için '' Hadi gidelim artık.'' dedim ve banktan kalktım, ağır adımlarla yürümeye başladım. Bir ara arkamı dönüp durdum, Mert'in bana yetişebilmesi için. O da gitarını kılıfına koyup sırtına taktı ve yanıma geldi. Aramızda ne çok ne de az sayılabilecek bir boy farkı vardı. Aslında şöyle bir düşündüğünde yakışıyorduk. Güzel bir çift olurduk. Ama Göktuğ'u unutmadan bu imkansızdı. Kimsenin kalbini kıramazdım. Hem kendi yaralarını sararken başkasını yaralamak ne kadar doğruydu.

Mert beni evime bırakıp kendi de evine gitti. Eve girince önce pijamalarımı giymek için odama geçtim, saat daha 13.36 idi ama evdeyken sadece pijamalarımı üzerime geçirip karmakarışık olan Tuğba Ablanın bana doğum günü hediyesi olarak aldığı üzeri güllü ahşap kutumun içinden lastik toka alıp saçımı at kuyruğu yaptım. Kitaplığımdan küçük bir not defteri ve kalem aldım ve diz üstü bilgisayarımı alıp oturma odasına geçtim. Elimdekileri koltuğun birine bırakıp kahve yapmak için mutfağa ilerledim. Kettleye su koyup kaynamasını beklerken kahvemin tozunu siyah renkli üstünde Fırat baskısı kupama boşalttım. Suyun kaynadığını belli eden o kısa tiz sesle suyu tozun üstüne dökmek için kaldırdım. Suyu bardağa dökerken çıkan kabarcıkları izlemek hep hoşuma gitmiştir. Kahveye üç şeker atıp karıştırdım sonra kupamı avuçlarımın içine alıp oturma odasına geçtim. Bilgisayarın düğmesine basıp açılmasını beklerken iki elimi bardağına sardığım kahvemden küçük bir yudum aldım. Genelde diz üstü bilgisayarın kendi mause unu kullanırım. Belki zoru sevdiğimdendir. Bilgisayar açılınca direk kitap önerilerine ve kitap satan sitelere girdim. Uzun zamandır kitap listesi yapmamıştım. Kitaplarım da tükenmek üzereydi ilk önce önerilen kitaplara baktım. Bu sıralar ilk üç listesinde Marslı( Andy Weir), Yabancı (Melissa Landers), ve Aklın Kuşu Uçsun(Ayşe Nur Yazıcı) vardı. Üçünü de listeme ekledim. İki saate yakın kitap araştırması yaptım, listemde on beşe yakın kitap olunca ilk okunacakları internetten sipariş ettim devamını da post-it e yazıp odamda ki küçük mantar panoma yapıştırdım. Bilgisayarımı toplayıp odama çıktım. İlk gitar dersim yarındı. Gitarım alıp yatağıma oturdum biraz patrik yapmak için. Parça akorlarını unutmuşum ama görünce çalabilecek seviyedeyim. Biraz parmaklarımı ısıttım. Gitar çalmak, çalabilmek harika bir his, aslında sadece gitar değil müzikle uğraşmak harika bir duygu. Zaten müzik başlı başın bir güzellik abidesi. Müzikle uğraşırken ayrı bir dünyaya ayak basıyordum, tamamen bana ait bir dünya. Sadece müzik ve ben, başkasına yer yok. Daldığımı fark ettim ayıkmak için başımı hafifçe iki yana salladım. Sonra gitarımı kılıfına koyup baş ucuma komodinimin yanına dik bir şekilde yasladım. En kısa sürede ayaklık almam gerektiğini aklımın bir köşesine yazıp çalışma masama geçip dikkatimi topladım. Uzun zamandır derslerimi aksatıyordum zaten. Tekrar toparlanmam gerektiğini fark etmem çok geç olmadı neyse ki. Kafamı toplayıp kitaplığıma uzandım bir test kitabı alıp çözmeye başladım. Ne kadar zaman ders çalıştığımı bilmiyorum, çalışmayı bıraktığımda hava çoktan kararmıştı. Aşağıya indiğimde anneannemi koltukta oturduğu yerden uyuklarken buldum. Yanağına kocaman bir öpücük kondurup yanına oturdum. Neye uğradığını şaşıran anneannem dizime vurup ''deli kız seni!'' dedi. Anneannemin deli kız lafı çok meşhurdur.

Tuğba Abla konuşa konuşa yanımıza geldi. '' Kızlarrr acıkmadınız mı? Ben kurt gibi açım vee... Yemekte dolma var. Bence koşmalısınız yoksa babam yüzünden hiç birimize kalmayacak.'' Derken yüzünde şakayla karışık bir endişe vardı. Ben koltuktan kalkıp mutfağa doğru koşarken arkamdan kahkaha sesleri geliyordu. Mutfağa girdiğimde ilk gördüğüm şey masanın kenarında duran dolma tenceresi oldu, sonraki ise ciğer kokusuna gelmiş kedi gibi tencerenin etrafında dolanan Orhan Amca oldu.

''Eller havaya!'' diye nasıl bağırdıysam Kapıya arkası dönük olan Meryem Teyze kısa bir çığlık attı. Biz Orhan Amcayla onun korkmuş haline gülerken Meryem Teyze bize kötü kötü bakıyordu. Gülmeyi bırakıp masada babamın yerine oturdum, orası artık benim yerimmiş öyle dediler.

Tam dolmalara uzanırken elime gelen bir kaşık darbesiyle elimi geri çektim. Kafamı kaldırdığımda anneannemle göz göze geldik.

'' Kocaman kız oldun hala öğrenemedin, herkes masaya oturmadan yemeğe başlanmaz!'' anneannem bana kızarken ben onun hangi ara mutfağa geldiğini düşünüyordum. Herkes masaya oturduğunda artık yemeye başladık. Uzun zamandır böyle mutlu aile tablosu çizmemiştik.

PANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin