Prof. Alr'ın dersine geç kaldığımda sınıftan kimsenin buna şaşırmadığını gördüm. Dersten üç saat önce uyanmış olmama rağmen geç kalmam takdire layıktı. Prof. Alr benden geç kalmamamı rica edip yerime oturmamı söyledi. Derste yine, ansızın gelen görüntülerle ilgili alıştırmalar yaptık. Bir sonraki dersimizde hafif cisimleri hareket ettirmeyi öğreneceğimizi söyledi. Okul çıkışı yine Evren ve Sera ile sohbet ederek bahçede oturduk.
Öğlen odama geldiğimde Ryan yemeğimi getirmişti. Tepsiyi komodinin üzerine bıraktığında "Bugün en sevdiğin tatlı var" dedi. Sevinçle yemeğime koşarken gözlerim profiterole odaklanmıştı. Bütün yemekleri es geçip kaşığımı profiterole daldırırken Ryan gülüyordu. Benim kıtlıktan çıkmış gibi profiterol yediğimi izlerken bir saniye bile gözlerini benden ayırmadı.
Tatlım bittiğinde o halen gülüyordu ve ben kaşlarımı çatınca yanıma gelip burnumun üzerindeki çikolatayı peçeteyle sildi.
Utancımdan kızardım. Bu derece hayvani yediğimin farkında değildim. Tatlıyla doyunca yemekleri yiyemedim. Ryan'la yaklaşık bir saat oturup sohbet ettikten sonra gitti. Bende odamı toparlayıp biraz temizlik yaptım. Dolabımdaki kıyafetleri düzenledim ve kirli sepetimdeki kirlilerin temizlenmiş olduğunu gördüm.
Bu kirli sepeti değil de temizleme sepeti miydi acaba? İsmini önemsemedim. Her neyse, müthiş bir icattı. Ya da sihirli bir şeydi.
Akşam pencereden dışarı bakarken Kellen'ı düşünüyordum. Gece geldiği zaman vampir dişlerini gösterdiği anı ve gözlerindeki açlığı, kan şehvetini, beni akarsuyun üzerinden uçuruşunu...
Beni yatağa çivilemesi bile ilginçti. Işık hızında hareket etmesi ve ayakkabılarımın iplerini bağlamayı unuttuğum için düşecekken beni tutması...
Onunla ilgili merak ettiğim bir ton soru olmasına rağmen neden onu gördüğümde hepsi aklımdan uçup gidiyordu da saçmalamaya başlıyordum? Neden bütün sorular onun yanında önemsiz kalıyordu. En önemlisi de neden onu düşününce bile heyecanlanmaya başlamıştım?
Gözlerimi kırpıştırdım ve ağırlığımı sol ayağıma verdim. Ellerimi pencere pervasına iyice yaslayıp çenemi dirseklerime dayadım. Kendimi, beyaz atlı prensini bekleyen kızlar gibi hissettim. Bu düşünceye paralel olarak at binmeyi özlediğimi düşündüm. Yazları sahil taraflarında Melike'yle sık sık at binerdik. Hain Melike yarışlarda hep beni geçerdi.
Bunu düşününce içimdeki bir parça isyan etti.
Ailem şimdi ne yapıyordu acaba? Onları özlemiştim. Bir damla yaş yanaklarımdan süzülürken Melike'yi ikna etmenin bir yolunu bulmam gerektiğini düşündüm.
Dışarda bir baykuş öttü. Sesin nereden geldiğini tam anlayamamıştım. Muhtemelen bir ağaca konmuştu fakat karanlıktan dolayı ağaçlar net bir şekilde görünmüyordu. Annem olsa 'Eminim şu an seni izliyor ve seni anlıyordur' derdi. O kuşları severdi. Her türlüsünü hemde. Belki de onların uçuşunu izlerken kendi uçtuğu günler aklına geliyordu. Bir yaş daha göz pınarlarımdan kaçıp kurtulurken gözlerimi okula diktim.
"Gazoz içer misin?" İrkilerek arkamı döndüm. Kellen elinde bir bardak ve gazoz şişesi tutuyordu. İçimden gelen bir dürtüyle neredeyse ona sarılmayı istedim. Kellen'ın gülümseyişi kayboldu ve ellerindekini bırakıp neredeyse ışık hızında yanıma geldi. Bir seksenden uzundu ama kesinlikle bir doksan da değildi. Ona bakabilmek için başımı kaldırdığımda gözleri endişeyle beni izliyordu.
"Ne oldu Küçük Fındık?" Başımı sallarken "Hiçbir şey" diyebildim. Bir damla daha yanaklarımdan kayarken elini uzatıp gözyaşımı sildi. Elinin teması öyle şefkatliydi ki bu kalbimi durdurabilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SİHİR-KARANLIK ŞATO-
FantasiaSelen on yedisini doldurmasına bir ay kalmış, küçük kardeşinin yanında kendisini abla gibi hissetme yoksunu sıradan bir kızdır. Ta ki kardeşi zannettigi elfinin doğum günü olarak kutladığı güne kadar. Selen'in Sihir Diyarı'na yolculuğundan sonra alı...