18. BÖLÜM| BUHRANIN ÇORAK TOPRAKLARI
Kalbimin derinliklerine ektiğim zehirli bir sarmaşık vardı. Öfkemin ve kinimin suladığı bu sarmaşık zamanla büyüdü ve boy attı. Ama sonra gelip kalbimi sarmaladığında ve dikenlerini oraya batırmaya başladığında her şey için çok geç kalmıştım.
Şimdilerde ne o dikenleri sökebiliyordum yerinden ne de o sarmaşığı koparıp atabiliyordum. Acımın güçlü kıldığı o sarmaşık artık benliğimin parçası haline gelmişti. Beni yaralıyordu ama bana aitti. Bende ona.
Direndim. Her şey için direndim ama nafileydi. Göğsümü dolduran o korkuyu bir türlü yenemedim ve hala daha yenemiyordum.
Semih ile yola çıktığımızdan ve yaptığımız onca konuşmadan belki de tartışmadan sonra bile başımı cama yaslamıştım. İçimde ötesini göremediğim kanlı bir savaş vardı. Gardım düşüyordu. Her darbe ruhumu kana buluyor, büyüttüğüm topraklarımı kana sığınmış anılarımla suluyordu.
Yeniliyordum. Bu öyle bir yenilgiydi ki benliğimden koparıp götürdüğü parçaları yerdeki yansımamdan görebiliyordum.
Son kelimenin üzerinden dakikalar belki de saatler geçmişti. Sessizlik aramızda uzuyor, bölünmez bir hal almaya başlıyordu ve beynimde dikilen düşüncelerimin elinde kanlı bıçakları vardı.
"Tamam," dedim kısaca, elimde dakikalardır çevirdiğim maskeye bakarak. "Dediğin her şeyi anladım." Ama yine avuçlarına sıkıştığım korku beni daha da sıkıyor ve nefessiz bırakıyordu. Tükendiğimi fark ettim. Her şey o kadar hızlı ve anlamsızca gelişiyordu ki neyin içinde olduğumu bile anlamayacak, çözemeyecek kadar toy hissediyordum kendimi.
Direniyordum. Yine de bunu başarabileceğime inanıyordum. Babamın bana biçtiği hayatın ödülü, ensemde korkuyu getirse de bunun için çabalıyordum. Benliğim için.
Gözlerini yoldan ayırmadan "Bak eğer istemiyorsan yapma. Burada seni zorluyormuş gibi hissediyorum. İstersen geri dönebiliriz." dedi sakince. Güldüm ama benliğim bir kahkaha patlattı.
Neden yapıyordum? Elbette ipin ucu bana dolandığı ve olağan gücüyle sıktığı için bunu yapıyordum. Cevapsız kalan sorularıma ve babamın bana biçtiği bu yolda önümü görebilmek, sebeplere ulaşabilmek adına bunu yapıyordum.
Hala direniyordum.
"Hayır," diye karşılık verdim. "Ben verdiğim sözleri tutarım." Zaten buraya geldiğimden beri benliğimden arta kalan tek özelliğim bu oldu ve şuan bunu da kaybetmek istemiyordum. "Sadece biraz gerginim o kadar."
"Gergin olmanı gerektirecek bir şey yok," dedi benim sakinleşmemi sağlayacakmış gibi. İçten içe ne olduklarını bilmediğim adamların arasına karışmanın çok basit bir şey olmadığını hatırlatıyordum kendime ve milletvekili adayının kızı olarak bu suç topluluğunun arasında kendimi altın tepside sunduğumun farkındaydım.
Hakan Yılmazer güçlü bir adamdı. Dostlarından çok düşmanları da vardı. Evimize kaç tehdit mektubu geldiğini, ofisine kaç tane onu durduracak içinde ne olduğunu bilmediğim ya da bilmek istemediğim kutunun bırakıldığını, annemin çalıştığı kütüphanenin kaç kere dağıldığını ve nicelerini saymıyordum bile. O zamanlar bunu umursamıyordum.
"Hakan Yılmazer'in kızı böyle olmayacak!" diye bağırdığını hatırlıyordum bir gece. Dışarıda yağmur yağıyordu. Elinde bir gazete vardı ve magazinin ilk sayfasında benim fotoğrafım. Araba yarışından kalma bir fotoğraftı. O gece Büşra kaza geçirmişti ve polis tarafından enselenmiştik.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖLGE OYUNLARI
General Fiction#aksiyon 1 Karanlık kör bir kuyu gibi, Tenimde cehennemin alevi... Bir aşk ne kadar karanlık olabilir? Korkunun karşısında karanlığın kanatları altında nasıl nefeslenebilir? Denizi gözlerine hapsetmiş olan adam gözlerime baktığında elleri yanaklarım...