Gözlükle kalakalmıştım ortada. Ne kadar aradıysam da okulda bulamamıştım. Bir de annemin beni gözlükle yakalayıp soru yağmuruna tutmasından korkmuştum. Lakin yine de siyah kapşonlu şu"gizemli abi" yoktu.
Ertesi gün uyandığımda hemen hazırlandım. Aşağıya patır patır indim ve telaşla mutfağa yöneldim. Mutfağa girdiğime beni bekleyen ne bir kahvaltı ne bir anne vardı. Geç kalıyorum sanmıştım fakat daha zaman da vardı. Ve şimdiki zaman kahvaltı zamanıydı. Mutfaktan çıktım ve annemi evin içinde aramaya başladım.Salonda,balkonda,yukarıda,aşağıda hiçbir yerde değildi. En son odasına girdiğimde yatağında yatıyor vaziyetteydi. Yanına koştum. Hareket etmiyordu. Korkuyla kolundan tutup sarstım"Anne anne kalk! Anne uyan,ann-" Birden gözlerini açıp yatağından sıçradı;o korkuyla kendimi halının üstünde buldum.Ve "Ne var Feride sabah sabah?"diye annemin bağırışıyla irkildim; Annemi bir an düşünmesi bile beni üzüntüyle boğan şeyi,öldüğünü zannetmiştim. Canlı kızgın sesini duyabilmek beni öyle mutlu etmişti ki bir an, boynuna atlayıp sarılıverdim "Annemm" diye de isteksizce bağırdım. Bana karşı sinirlense de bir an,kıyamayıp o da bana kollarını sarıvermişti.
Annemden ayrılıp hala neden hazır olmadığını sordum "Haa o mu? İlk derslerim boş benim sen git." deyip başına pikeyi tekrar çekti ve ardından olduğu yere başını koydu. Her gün kahvaltısız beni okula göndermediği gibi teklif de dahi bulunmamıştı annem. Zaten her sabah kaçardım kahvaltıdan. Bu benim için iyi olmuştu. Ama günüm hep iyi geçmeyecek gibiydi;kendimi okulun ilk günü sınıfımdakilere gözlüğümle tanıtmıştım. Bugün takmazsam garipseneceğim apaçık bir gerçekti.
Evden çıkar çıkmaz gözlüğü taktım ve taşlı, topraklı yoldan okula doğru yola koyuldum. Yaşadığımız yer hoş bir kasabaydı. Haliyle çok da gelişmemiş bir yerdi. Evimiz şehir merkezine yakın olduğundan kolaylıkla gidebiliyordum. Tabii ki yürüme mesafesi kadar da yakın değildi.
Okula vardığımda yine okulun bahçesindeki sınıf sınıf ayrılmış sıralar karşıladı beni. Hemen kendi sınıfımın kini bulup arkalarda durdum. Henüz 2. günümdü ve arkadaş edinememiştim. Hatta kimsenin adını bilmiyordum. Güya tanışmıştık ilk günden...
Yine müdürün sıkıcı konuşmasının ardından sınıflara girdik. Sınıfa tam girecekken kolumdan bir kız tutup "Bugün seninle ben nöbetçiyiz" dedi ve müdür yardımcısının odasına doğru sürükledi. Yan tarafta duran "nöbetçi öğrenci" yazan kartlarıaldık ve yine kolumdan sürüklenerek yukarı kata çıkarıldım. "Neden okulun ilk gününden nöbetçiyiz ki!" diye kızarken yanımda duran sarı saçlı kız"Ben de bilmiyorum." diyerek merdivenin tam karşısında duran sıraya oturdu."Sabah sabah bir şey istemeseler bari.." deyip başını sıraya gömdü.
Yanına oturup onu tanımak için "Adın ne?" diye sorduğumda "Hilal. Aynı sınıftayız. Hani şu annesiyle aynı okulda olan kızsın. Annen dersimize girecek mi?" Annemi nasıl bir günde böyle hemen tanıyacaklardı ki? Kendisi söylemiş olmalıydı."Hayır,yani,bilemiyorum." Dediğimde başını sıradan kaldırıp saçlarını arkaya doğru attı ve derin bir nefes aldı. Yüzünü bana çevirip ela gözleriyle gözlüğümü inceledi"Numarası kaç bunun?" diye sorduğunda ne diyeceğimi bilemedim. Numarası nasıl oluyordu ki bunların? 1-2 desem inanır mıydı,onu da bilemiyordum. Ah, doğru ya!dinlendirici desem anlamazdı. "Dinlendirici bu..." diye cevapladığımda "hım" dedi ve başını tekrar sıraya gömdü.
Tüm gün oradan oraya öğretmenlerin istekleriyle koşmuştuk. Bütün gün içinde anneme yakalanma korkusuyla da dolanmıştım etrafta. Son ders sınıf defterlerini toplamak için okulda girmediğim sınıf kalmamıştı. Ta ki o sınıfa kadar...
Artık katları inip çıkmaktan helak olmuştum. Sarı saçlı Hilal hasta olduğunu söyleyip öğle arasında okuldan tüymüştü bir de. Girdiğim her sınıfta erkeklerin çıkardığı hayvan sesleri artık garipseyemiyordum. Sınıftaki diğer kızlarla birlikte ben de gülüyordum bu duruma. Sınıflara girdiğimde neredeyse her öğretmen tarafından "Birazdan gel dahayazmadım defteri" deyip başka sınıflara yollanıyordum. Son sınıfım kaldığını görünce koşarak sınıfın önüne geldim. Ki bu sınıfa 4. gelişimdi. Kapıyı tıklayıp içeri girdiğimde erkeklerin"Yazık lan,kaç kere geldi kız" dediklerini duyduğumda yüzümü üzgün yapıp başımı yorgunca sağa yatırdım ve yavru kedi bakışıyla"Hocam ,artık alsam mı defteri?" diye baktığımda öğretmen de dahi tüm sınıf gülüştü. Elindeki tahta kalemini masasına bırakıp sandalyesine oturdu. Eline bir tükenmez kalem alıp yazması gerek yerleri doldurdu. Girdiğim sınıfın 11/B olduğunu o zaman görmüştüm. Hoca defteri elime verdiğinde gülümseyerek kapının eşiğine kadar yürüdüm. Tam kapı kolunu tutacakken yere birçok kalemin birden düştüğünü duyduğumda başımı istemsiz sesin geldiği yere çevirdim. Kalabalık sınıfta kalemlerinin hepsini düşüren gözlüksüz siyah kapşonlu bir abi göründü;yere düşürdüğü kalemler yerine bana çevirmişti gözlerini. Gözlerimdeki gözlüğü geriye doğru itip "İyi günler hocam." diyerek sınıftan kaçar gibi çıkmıştım.Kalemleri istemsizce düşürmediğine emindim. 4 kez girdiğim bir sınıfta nasıl olur da fark edemezdim o siyahlığı?
Elimde defteri kollarımla sarmış ağır adımlarla bugün çokça girdiğim müdür yardımcısının odasına tekrar girip defteri masanın üzerine bıraktım. Boynumdaki nöbetçi kartını çıkarıp masanın üzerine koydum. Neden sonra, şokta olduğumu fark ettim. Aslında bugünkü girdiğim sınıfların hepsinde gözüm onu aramıştı. Nasıl bir gizemdi ki? Saklanıyor muydu? Hayır,yine kafamdan uydurduklarımdı!
Müdür yardımcısının odasından çıkarken zil de tam zamanında çalmıştı(!) Annemi bir sınıftan çıkarken gördüğümde hemen arkaya bir adım attım. Hırkamın cebinden telefonumu çıkarıp eve tek gideceğimi mesaj attım.Bir an kapının önünde durup çantasından telefonu çıkardı. Bir şeyler yazdıve telefonunu çantasına atıp öğretmenler odasına doğru ilerledi. Dakika geçmeden telefonumdaki titremeyle telefonumu hırkamın cebinden alıp gelen mesaja baktım
"Ben de ne mazeret uydursam da işlerimi halletsem,diyordum." mesajı okuyunca bir "oh" çekebilmiştim. Çıkarken annemle karşılaşmamak için biraz oyalanmayakütüphaneye gittim. Güzel güzel romanlar vardı. Çoğunu okumuştum da...(Burda yazar ne kadar egoist olduğunu gösteriyor:)) Aralarda gezmeye başladım. Bir okul için fazla büyüktü bu kütüphane.Işık aldığı söylenemezdi de. Yukarıdan gelen floresanın loş ışığı kitap kapaklarını parlatıyordu. Kitaplar dile gelip"Ben buradayım"diyordu sanki. Odanın köşesindeki rafa bakmak için döndüğümde yine güzel kitaplarla karşılaştım. Kütüphane bomboştu. İçimden bir ses ise"Al kitabı eline ,oku bağıra çağıra."diyordu. Elime aldığım bir kitapla ilk sayfasını açar açmaz okumaya başladım;"Boris canını dişine takarak ,çatlarcasına koşuyor koşuyor koşuyordu. Tek dileği,obrak ormanına ulaşmaktı.Ancak orada güven içinde olabileceğine,inanıyordu." Arkadan gelen sesle arkamı döndüm. Sessizliği bozan o sese doğru yaklaştım. Köşedeki rafların arkasındaki boşluğa doğru eğilip baktığımda,denize yüzünü dönmüş kulaklıklarıyla kahverengi parkenin üstüne sırtını duvara dayamış biri vardı. "Bir rahat vermedin!" Diye bağırarak bana yüzünü döndüğünde"yine mi sen?" diye aynı kızgınlıkla devam etti. Yerden doğrularak ayağa kalktı ve çantasını da alarak yanımdan bir hışımla geçti. "Heey!Al şu gözlüklerini"Diye bağırdığımda bir an yavaşladı ve arkasını döndü"İstemez." diye tersledikten sonra merdivenleri ikişer üçer çıkarak uzaklaştıYine şoktaydım. Onun hiçbir hareketini anlayamıyor,düşünemiyordum Ardından gittiğimde okulun siyah demir kapılarından koşarak çıktığını görmüştüm.Nasıl biriydi o öyle?
Sınıfıma gidip çantamı aldım. Tahtada ismim yazıyordu.Yanındaysa başörtülü güzel çizilmiş bir resim vardı. Altındaysa Eslem ... Sınıfta kimsecikler kalmamıştı. Büyük ihtimalle okulda da... Merak etsem de araştıramayacaktım. Yine kalmıştım dörtgöz.