Konuşmalarımızdaki her kelime kafamda dans ederken kendimizi okuldan kaçmış bulmuştum. Dışarıdaki güvenlikçinin boşluğu işimize gelmişti. Babamın yanına gidiyorduk. Daha doğrusu babamızın yanına...
Yanımda yürüyen siyahlığın boyu kadar attığı adımlar da uzundu. Ona yetişmek için adeta koşuyordum. Babamı görmek istediğini söyledikten hemen sonra kaçmıştık okuldan. Kimseye yakalanmamamız ayrı bir şanstı tabii.
Gideceğimiz yer okula yürüme mesafesiydi lakin Ferit'teki heyecan ona bir taksi durdurtmuştu. Yürüyebileceğimizi söylesem de cevap alamadan binmiştim arabaya. Koltuk titrerken titremenin sebebinin Ferit'in ayaklarıOlduğunu görmüştüm. Heyecanlı veya meraklı mıydı acaba. Veyahut kırgın. Ne hissediyor olabilirdi bu durumda? Ne hissetmeliydik,bilmiyordum.
Hastahanenin önünde indiğimizde gözlerim Ferit'e kaymıştı. Gözlerini kapatıp başını yukarıyakaldrmıştı. Derin bire nefes aldıktan sonra bana dönmesini beklemeden yürümeye başladım. Hastahane öylesi sessizdi ki herkes iyileşmek için bugünü bulmuştu sanki.İçeriye girer girmez tanıdığım hemşire ablalardan birkaçı ile selamlaşıp babamın yerini öğrendim. Odasındaydı.
Merdivenleri tırmanırken içimde bir nebze de olsa heyecan oluşmuştu. Ve neden olduğunu bilmediğim bir korku içerisindeydim. Dakikalar belki saniyeler sonra babamı mutlu edebilecek miydim? Sorun olmadan birbirlerini kabullenirler miydi? Kavga gürültü çıkmasın yeterdi.
Kapısının önüne geldiğimizde Tereddüt etmiştim. Ya her şey berbat olursa... Artık kuyruğuna gelmiştim. Bu noktada cesur davranmalıydım. Ve artık kapıyı da açtım. Ferit önden ben arkadan girmiştik odaya. Terden yüzümden kayan çerçeveyi geriye itip babama küçük bir "Merhaba!" diyebildim. Bilgisayardaki başını kaldırmadan konuştu,
-Buyrun oturun. Sorun neydi?
-Baba ben..
Baba dememden sonra başını kaldırıp,
-Aa sen miydin kızım! Hoşgeldin. Hayırdır böyle?
Yanımdaki Ferit'i farketmemiş gibi konuşuyordu.Ferit ve ben karşılıklı babamın masasının hemen önüne geçip oturduk. Ferit'in gözleri girdiğimizden beri babamın üzerindeydi. Onu tanıtmak için konuşacağım sırada o konuştu,
-Ben Ferit.
Sesi titremiş de olsa babama hayran olmuş gibi bakıyordu. Babamsa ona küçük bir bakış attıktan sonra bana soru soran bir şekilde dönmüştü,
-Kızım ,kim bu delikanlı?
-Baba o ağabeyim. Aynı okuldayız.
-Hasta mısın delikanlı?
-Hayır.
demişti kendinden emin bir şekilde. Aniden ciddileşmişti.
-Öyleyse neden geldiniz bakayım?
Babamın sorusunda hiç istemediğim kadar şüphe vardı. Söyleyeceklerimi düşünürken babama alıştırarak söylemeliydim. Emindim. O babamın gerçek oğluydu. Cesaretim yine aniden bendimi sarıvermişti.
-Baba..
-Evet kızım,
-Baba o,
-Kızım niçin tereddüt ediyorsun?
Amma da cesaretlenmişim ha!
-O senin oğlun.
Gözleri aniden büyümüştü ve Ferit gibi aniden ciddiliğe bürünmüştü. Kocaman gözlerle ona baktığında Ferit'in gözleri dolmuştu. Babamın çatılan kaşlarla tekrar bana dönmesi ile açıklamaya devam ettim;
-O senin gerçekten oğlun. 2 yaşındayken ayrılmak zorunda kaldığın, acılar çektiğin ve özlediğin çocuğun... Diğer kızının,Feride'nin ağabeyi.
-Buna nasıl bu kadar eminsin?
Babama bütün meseleyi kendimce anlatırken yeni ağabeyim de beni dikkatlice dinlemişti. Ben anlatırken istemsizce birçok gözyaşı dökmüştüm ve haliyle onlar da öyle. Birbirlerini kabul etmeleri için yapamayacağım bir şeyin olmadğını düşünüyordum. Birisi yetim olmanın verdiği eksiklik ile diğeri de evlat acısı ile boğuşmuştu bunca sene. Şüphelerimde hala emindim. Eğer içinde olduğum durum bir yapboz olsaydı şuandan itibaren tamamen tamamlanmış oluyordu. Olmalıydı! Birbirlerine sorular sormuşlardı. Annesinin adından Ferit'in sol omzundaki doğum lekesine kadar...
Sonra babam sandalyesinden yavaşça kalktı.Uzun boyuyla etrafımı dolandıktan sonra Ferit de ayaklanmıştı. Babam ellerini onun yüzüne koydu. Oğlum diye mırıldandı. Sonrasında sorar gibi söyledi"oğlum". Ferit başını hafifçe salladığında birbirlerine sarılmış ağlıyorlardı bile. Onları böyle görmek benim hala inanamadığım şeylerdendi. Yılların özlemiyle uzun süre sarılmış ağlamışlardı. Kim demiş "erkekler ağlamazdiye? Hem de öyle ağlarlar ki bazen..
Toplumdaki yargıyı birkez daha kınamıştım. Hep erkeklere ağlamaz sıfatı yakıştırılıyordu. Halbuki küçük gördükleri bir hayvandan tutun da hayranı oldukları kişilere kadar;hepsi ağlardı. Bu tabiatta vardı.Ağlamak küçük görülemezdi. Herkese yerine göre yakışırdı bile! Hepsöz kalıplarıydı bizi biz yapmayıp kısıtlayan...
...