O kadar çok bilmediğim şey vardı ve üzerime birden geliyordu. Neredeyse bunların hiçbirini anlamıyor,yalnızca kafamdaki soru işaretleriyle kalıyordum. Arap da kimdi? Tanımadığım o teyze yakınım olabilir miydi? Gerçek miydi yaşadıklarım? O gördüğüm rüyadan sonra bunu çokça sorgular olmuştum. Kendi kendime şizofren bile demiş,bundan emin bile olmuştum. Rüyamı ve gerçeği ayırt edebiliyor muydum;milyon kez söylediğim gibi bilmiyordum.Şüphelerle daha nereye kadar yaşayabilirdim ki...Düşüncelere dalmıştım. Ağabeyim ile sessiz sessiz yürüyorduk.Ne konuşacağımızı kestiremiyordum. Suskunluğumuz ,sert esen rüzgarın eşliğinde denizin büyük dalgaları kadar izlenilmeye değerdi. Aniden çalan telefon suskunluğumu sözlere döktürmüştü.Arayan babamızdı,
-Alo babacığım,
-Kızım eve gitmeden hastahaneye gelseniz iyi olur. Annen... Annen biraz hastalandı da.
-A-anneme bir şey mi oldu?!
-Merak edecek bir şey yok sadece.. Gelin. Endişelenmene gerek yok. Haydi kızım görüşürüz.
Babamın söylediklerinden sonra olduğum yerde donakalmıştım. Kıvırcık saçlar gözüme dolarken başımı sallayıp kendimi silkeledim. Birden duyunca şaşırmıştım tabii. Meraklı gözler kıvırcık saçlar ile buluşunca açıklama yapmak zorunda kalmıştım. Açıklamamdan hemen sonra ise hızla hastahanenin yolunu tutmuştuk. Tabiri caizse uçarak gelmiştik. Babamı fark edince hemen yanında bulduk kendimizi. Yüzünden düşen bin parçaydı. Açıklama yapmadan bizi bir odaya götürmüştü. Annem mavi çarşaflar içerisinde yatıyordu. Yüzü! Yüzüne de ne olmuştu böyle? O anda gözümden bir damla yaş akmıştı bile. Koşarak yanına gidip elini tuttum. Ağlıyordu. Ona eşlik ettim.
-Yunus bey,ya-yani.. baba. Feride'nin annesine ne oldu?
Babası dertli uzunca bir nefes vermişti,
-Yüz felci geçirmiş. yüz sinirini sıkıştıran tümörlerden dolayı bir şey.
Babasının sesi her hastasının durumunu yakınlarına anlattığı gibi moralsiz çıkmıştı. Hatta dokunulsa ağlayacak gibiydi. Fazla uzatmamak için Feride'nin yanına gitmişti. Feride hala ağlıyor "anne" diye sayıklıyordu. Elimi kardeşinin omzuna koymuştu Ferit. Sonrasında Feride'nin koluna girip odadan ağır adımlarla çıkarmıştı.
-Annemi gördün değil mi? Konuşamıyordu! O güzel yüzü daha bugün sabah... Çok güzeldi. Hala güzel ama...
Konuşmakta zorluk çekiyordum. Şok olmuştum. Annemin hali de neydi öyle.. Benimle konuşamamıştı bile. Hep dertlerimi ona dile getirirdim ve birçoğu daha anlatılmak üzere bekliyordu. Ya annem? O bana her seferinde nasihatlarını sıralarken bu sefer...
...
Yaklaşık bir hafta kadar hastahanede sabahlamıştım. Teyzemlere gitmeyi reddedip annemin başından ayrılmamıştım. Bu bir hafta içerisinde birçok ziyaretin yanı sıra ağabeyim de yalnız bırakmamış yanımda olmuştu. Annemin durumuna üzüldüğüm kadar yalnız olmamanın mutluluğu da üzerimdeydi.
Ağabeyim ile aşağıya soluklanmak için çıktığımız sırada yoldan geçen tanıdık bir plaka çarpmıştı gözüme. "33 SAA 20" hatırlamaya çalışırken arabanın modeli ayrı bir tanıdık gelmişti. Range Over! Şaşırmama kalmadan yanımızda belirivermişti bütün güzelliğiyle. Ve hızlıca kollarımızdan içeriye çekilmişti. O iki adam karşılamıştı bizi; Araplar. Korkuyla basmıştım çığlığı. Ve yine tanıdık bir şeyler vardı. Her ne kadar dillerini bilmesem de "Yallah" diye bağırışını anlayabilmiştim. Korkudan vicudumun her bir zerresi titriyorken ağabeyim elimden tutmuş "sakin"ol dercesine bakıyordu.
-Men entuma! Meeze turidean? (Siz kimsiniz! Ne istiyorsunuz?)
diye sordu ağabeyim. Hiç bir şey anlamamıştım. Ardından arka koltukta oturan adam cevapladı;