1

344K 7.4K 978
                                    

'Türk Havayolları'nın 1317 sefer sayılı New York uçağı için sonçağrı!'

         Uçağımın anons edildiğini duyunca toparlandım ve son kontrollerin yapılacağı kapıya doğruilerledim. Mini bir etek ve ceketgiymiş, mor fular takmış olan hostesin yaptığı kısa kontrolün sonunda uçağıma bindim. 

     Yolculuğum aceleye geldiği içinyeni bir valiz alamamıştım ve elimdeki çingene pembesi valizi de arkadaşım Defne'den ödünç almak zorunda kalmıştım. Bu çirkin şeyi koltuğumun üzerindekikapaklı bölmeye yerleştirdikten sonra cam kenarındaki yerimeoturdum. Cama usulca damlayan minik yağmur taneleri uçuşumuzun biraz sıkıntılı geçeceğini söylüyordu sanki. Bunu düşünmemeye çalışarak, kendimi on saatlik uzun bir uçak yolculuğuna hazırlamaya çalıştım.

      Her şeyim yanımdaydı; sürükleyici ve bol takipli SherlockHolmes kitabım, yol boyu sıkılmadan dinleyebileceğim bir albümüm ve ben küçükken babamın yurt dışından getirdiği, şimdilerde kendisine antika denilen CD çalarım... 

     Elimi çantama daldırdım ve biraz karıştırdıktan sonra kulaklığımla telefonumu bulup çıkardım, uçak moduna almadanönce Defne'yi aramak istiyordum. O, ailemden sonra benimiçin en kıymetli kişiydi. Dokuz yaşımdan bu yana hep yanımdaolmuş, tüm gereksiz inat ve saçmalıklarıma katlanmıştı. Hayatımda hiç sahip olamadığım kardeşim gibiydi.

    Yolcular uçağa binip yerlerine oturmaya devam ederken,beni Defne'ye bağlayacak o tuşa bastım ve telefon açıldığında,     "Alo, Defne!" dedim heyecanla.

  "Zeynep, neredesin canım? Bindin mi uçağa?" dedi, sesibenimkinden daha heyecanlı çıkmıştı.

 "Evet, uçaktayım şimdi. Birazdan havalanacağız."

 "Anladım, canım," dedi burukça ve bir süre sustuk. AmaDefne dayanamayarak sessizliği bozdu.

  "Bak Zeynep, mademgidiyorsun, oralarda uslu dur. Son seneni güzelce geçir, diplomanı al ve hemen geri dön. Bir sorun olur da erken dönmekzorunda kalırsan Ayhan Amca gözünün yaşına bakmaz, seni oçocukla hemencecik evlendirir."

 "Hatırlattığın ne iyi oldu, Defne," dedim ve o görmese desuratımı buruşturdum. "Ben bilmiyorum sanki," diye ekledim,sonra da, "Şu geveze kız yok mu?" diye mırıldandım.

 Kendi kendime söylendiğimi duydu ve o tiz sesi biraz yüksek bir tınıda kulaklarımda çınladı.

 "Zeynep! Ben ciddiyim!"

 "Tamam ya! Bir sus, Defne, açtın şom ağzını yine. Babambir yıl müsaade etti ve bir çaresini bulacağım, sen merak etme.Hem evlilik falan da deme, aman, Allah korusun!"

 "İyi bakalım, uslu dur tamam mı? Biliyorsun bak, yoksa-" 

  "Ay tamam, şiştim. Biliyorum. En kötü vurur, öldürürümonu, yine olmaz bu iş," dedim ve yanıma oturan kişinin parfümkokusuna dikkat kesildim.

 Koku, beni telefondaki arkadaşımdansıyırıp aldı. Bir zamanlar benim de kullandığım Dior Homme'aaitti. Yanlış anlaşılmasın, tuhaflık yanıma oturan beyefendi dedeğildi, erkek parfümlerine hayran olan bendeydi. Ve ben sesimi yükseltip Defne'ye kızdığımda, vanilya kokulu bu adamdan bir kıkırdama sesi yükseldi.

 Bu, beni mi dinliyor, diye geçirdim içimden. "Tamam Defne, inince ararım seni, öptüm," dedim ve telefonu kapattım. 

     Beni dinlediğini düşündüğüm yol arkadaşıma göz ucuylaşöyle bir baktım; şapkasını yüzüne siper etmiş, kulaklarındakulaklık, müzik dinliyordu. Ama nedense beni dinlediğindenneredeyse emindim.

     Telefonumu uçak moduna alırken gözümyol arkadaşımın elindeki ize kaydı; sol elinin yüzük parmağında, şekli kalbe benzeyen, kahverengi, silik bir leke vardı. Aklımagelen çocukluk anıma istemsizce güldüm. On yedi yıl öncekidoğum günüm canlandı gözlerimin önünde. 


ADI GÜZELİMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin