Denis'in beyaz Jeep'i NewYork'un sakin ve lüks sokaklarından birinde, bahçeli, iki katlı, güzelbir evin önünde durdu. Arabadanindik ve eve doğru ilerledik. Denisbahçe kapısındaki zile bastı, çokgeçmeden kapı açıldı. Karşımızdakikadının üzerinde siyah bir üniforma vardı ve bir hizmetçinin olmazsa olmazı olan beyaz, mini önlüğüde üzerindeydi.
Türkiye'de, bizimevimizde de anneme yardımcı olanbir çalışanımız vardı ama bu kadın gibi değildi. Bildiğin AyşeTeyze'ydi o, Trabzon'dan gelmişti. Kocası öldükten sonra yalnızkalmıştı ve bu durum annemin içine sinmediğinden Ayşe Teyze bizimle birlikte yaşamaya başlamıştı.
Aklıma gelen şey yüzünden oluşan gülme isteğimi bastırmaya çalıştım; bizim evdeböyle bir hizmetçi çalışsaydı, annem, Laz Ayhan'ı tek lokmadayerdi vallahi.Uzun bacaklı hizmetçinin gösterdiği salona doğru ilerledik.
İçeri girmemizle, esmer, kıvırcık saçlı bir çocuk, Denis'in kucağına atladı. Bu çocuk hastaysa ben ölmüş olmalıyım diye düşündüm. Maşallah, turp gibiydi. Denis de benimle aynı şeyi düşünmüş olmalı ki, "Seni yaramaz," dedi. "Demek hastayım diye yalan söyledin.
Gel bakalımburaya."Denis uzun parmaklarıyla çocuğun minik bedenini gıdıklarken, küt saçlı, zayıf ve son derece bakımlı bir kadın salona girdi."Yeter bu kadar," dedi yüzünde bir gülümsemeyle.
Annesininuyarısıyla küçük çocuğun kahkahaları kesildi. Kadın, Denis'edoğru yaklaştı ve çocuğu onun parmaklarından kurtardı. Yüzündeki gülümseme silinirken çocuğa baktı.
"Albert! Sana birdaha yalan yok dememiş miydim?" Sonra Denis'e döndü. "Çoküzgünüm, Denis. İnan bana seni çağırdığından haberim yoktu.Bir daha telefonumu ortada bırakmayacağım.""Sorun değil, Sofie," dedi Denis.
Sofie gülümseyerek bana baktı. "Merhaba. Umarım Albertönemli bir şeyi bölmemiştir."Ben de gülümseyerek karşılık verdim. "Hayır, bölmedi. Sadece kahve içiyorduk."Denis, "Evet," diyerek araya girdi. "Kahve keyfimiz yarıdabölündüğü için bize kahve yapman gerekecek, Sofie." Başıylahizmetçiyi işaret etti. "Ama o değil, sen yapacaksın."Sofie sahte bir öfkeyle ona baktı. "Öyleyse kış bahçesinegeçin. Ben de kahvelerimizi yapıp geliyorum," dedi ve Albert'adöndü. "Sen de uslu dur, Albert."
Denis'in yönlendirmesiyle kış bahçesine geçtik. Burası tekkelimeyle muhteşemdi, ağaçlar o kadar sık ve yakındı ki, insanormanın ortasında oturuyor gibi hissediyordu. Kahverengi derikoltuklar ve köşede çıtırdayan şömine bahçeye ayrı bir havakatmıştı.
Ellerimi ısıtmak için yavaş adımlarla şömineye ilerledim. Aslında üşümüş değildim ama bu odunlar çıtır çıtır yanarken, bunu yapmamak haksızlık olacakmış gibi gelmişti. Aklımaanneannem gelince kendi kendime gülümsedim.
Kuzineyi yazkış demeden yakar, patates közler, mantar pişirirdi. Karadenizyaylalarının soğuğuna inat, o kuzine hem bedenimizi hem deruhumuzu ısıtırdı. Sırtımda hissettiğim sıcaklıkla düşüncelerimdağıldı, Denis omuzlarıma kırmızı bir battaniye bıraktı.
"Üşüdün sanırım."
"Teşekkür ederim," diye mırıldandım.
Bu adamda bana iyigelen bir şeyler vardı. Ondan hoşlanıp hoşlanmadığımdan henüz emin değildim ama onun yanında olmak huzur veriyordu.Güvenli bir liman gibiydi, dingin ve sakin hissetmemi sağlıyordu.Denis gülümseyerek benden uzaklaştı ve Albert'ı gıdıklamaya, onunla boğuşmaya devam etti. Arada bir çocuğu kollarının arasına kıstırıyor, arada bir de sahte bir acıyla yere düşüyordu. Her ikisinin de hali görülmeye değerdi.
Şimdiye kadartanıdığım kadarıyla Denis gerçekten de iyi bir insandı ve ileridede iyi bir baba olacağa benziyordu. Sofie elinde sıcak kahvelerle bahçeye girince bakışlarımı ona çevirdim.Tepsiyi masanın üzerine bırakıp yaramaz oğluna döndü."Albert, odana çık ve ödevlerini yap, lütfen."
Albert oflayarakyanımızdan ayrılırken, Sofie bana yaklaşarak elini uzattı. "Kusura bakmayın, doğru düzgün tanışamadık. Ben Sofie."Uzattığı eli sıktım ve, "Önemli değil," dedim. "Ben de Zeynep, memnun oldum.""Denis ilk defa yanında bir bayanla buraya geliyor. Aranızdaki özel bir şey mi?"
"Hayır, sadece arkadaşız," dedim.Denis gülümseyerek araya girdi. "En azından şimdilik."
Onun bu yanıtı yanaklarımın kızarmasına neden oldu, nesöylemek istediği hakkında düşünmeyi reddettim ve kahvelerimiz bitip, kalkana kadar da çok fazla konuşmadım.
Bu sessizlikarabada da devam etti, sadece evimi tarif ederken birkaç kelime ettim. Evimin önüne geldiğimizde emniyet kemerimi açtımve, "Teşekkür ederim," diyerek kapımın kilidine uzandım.
"Bir dakika," dedi Denis.
"Suskunluğunun sebebinin söylediğim şey olduğunu biliyorum. Ben sadece olmasını istediğimşeyi söyledim. Ve bugün için teşekkür ederim."
"Rica ederim," diye mırıldanarak arabadan indim, çünkü nesöylemem gerektiğinden emin değildim. Ona karşı olan hislerimin adını bilmiyordum. İlişkimiz onun istediği boyuta taşınmazsa arkadaşlığını kaybetmekten de korkuyordum.
Apartmana girmek için ilerledim ve kapının önüne parketmiş olan kırmızı arabayı görünce içimden küfretmeye başladım. Ne yani, bu cinslerden Amerika'da da mı vardı? Bencillik edip, apartmanın girişini kapatmak da neyin nesiydi?
Gerçi araba aynı Toprak'ın arabasına benziyordu. Eğer sahibi deToprak'a benziyorsa, bu yaptığı gayet normaldi. Söylenmeyedevam ederek apartmana girmeyi başardım ve daireme çıkarken bu arabanın kime ait olduğunu düşünmeye başladım.
Üstkatta tek bir daire vardı ve orada iki tane İngiliz kız yaşıyordu.Alt katımdaki dairede apartman sorumlusu ve onun yanındakidairede de dul bir kadın vardı. Ve bildiğim kadarıyla hiçbirininkırmızı bir arabası yoktu.
Şimdiye kadar tanışmadığım bir tekyan komşum kalmıştı, belki de onun arabasıydı. Aslında o dairede birilerinin yaşadığından şüpheliydim, çünkü hiçbir yaşambelirtisi yoktu.Eve girdikten sonra hemen banyoya doğru ilerledim ve sıcak bir duşun ardından, rahatlığını özlediğim yatağıma kıvrıldım.
Toprak ya da Denis'le uğraşmak, onları düşünmek istemiyordum. İstediğim tek şey sakinlikti, hepsi bu. Düşüncelerimitemizledim ve kendimi uykunun kollarına bıraktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ADI GÜZELİM
RomanceAgapi yayıncılık ile raflarda.. '' Yıllardır içinde sakladığı , kıyıya köşeye ötelediği kalbini en kuytu köşelerden bulup çıkardı bu Yeşil gözlü Prens. Önce gülüşüyle tozunu aldı kullanılmamış yüreğinin . Sonra sevdi ve sarıldı ona. O an ilk defa...