11-Süpriz türk kahvesi

95.3K 5K 135
                                    

     Toprak'ın tehdidinden sonrakiiki gün okul inanılmayacak şekildesakin geçti. Arada birkaç öldürücübakış atsa da çok uslu bir kız oldumve görmezden geldim.

      Sakin geçenbir günün ardından da kendimiNew York'un ışıltılı sokaklarına attım. Malum, artık gardırobum acildurum sinyalleri veriyordu. Bütünenerjim tükenene kadar alışverişyaptım. Hatta Laz Ayhan'ın servetinin küçük bir bölümünü bile harcamış olabilirdim. 

      Evimin yolunu tuttuğumda, bu yorgunluğunüzerine sıcak bir kahve iyi gider diye düşünerek rotamı ilk gördüğüm kafeye çevirdim ve kapıyı kilitlemek üzere olduklarınıgörünce de saatin ne kadar geç olduğunu fark ettim.

    Son birumutla, "Bir dakika," diye atıldım ve aynı anda bir ses dahaduydum.

 "Bir dakika." 

   Sesin arkasından, kapıyı kilitleyen adamı durdurmak içinuzattığım kolumun yanına bir kol uzandı. Kolun sahibine gözucuyla baktım; uzun boylu, kumral, hoş bir adamdı, kalın çerçeveli gözlükleri bal rengi gözlerini saklayamamıştı. Kot pantolonunun üzerine yünlü bir ceket giymişti, sade ama dikkat çekicibir tarzı vardı. 

     Ona baktığımı fark edince hafifçe gülümsedi veöne doğru bir adım atarak adamın kulağına bir şeyler söyledi,sonra da cebinden çıkardığı banknotu eline sıkıştırdı.Adam kilitlediği kapıyı tekrar açarak bana baktı ve girmemiişaret etti. 

    "Buyurun, hanımefendi."Hanımefendi kelimesine şaşırsam da gülümseyerek içerigirdim ve cam kenarındaki masalardan birine oturdum. 

Bugünümün kahramanı da arkamdan içeri girdi, tezgâhın arkasınageçmiş olan kafe çalışanının yanına gidip yine bir şeyler söyledi, sonra da tam arkamdaki masaya gelip, sırt sırta geleceğimizşekilde oturdu. 

  Tezgâhın arkasındaki adamın sipariş almak içingelmesini beklerken, adam elinde tepsiyle bize doğru yürümeye başlayınca şaşırdım. Daha da şaşırtıcı olansa tepsideki fincanlardan yayılan kokuydu.

 Koku beni aldı, Mısır Çarşısı'na, KızKulesi'ne, Galata'ya götürdü. Masama bırakılan Türk kahvesiçocuk gibi gülümsememe neden oldu. 

"Teşekkür ederim," diyemırıldandım şaşkınlıkla."Rica ederim," dedi adam ve günümün kahramanını işaretetti. "Beyefendi seveceğinizi düşündüğünü söyledi." 

Adama gülümsedim ve bir kez daha, "Teşekkür ederim,"dedim.

  Sonra arkama yaslandım, kahramanımın yüzünü görmek için camdaki yansımasına baktım. "Türk kahvesini sevdiğimi nasıl bildiniz?" diye sordum.Bana Türkçe olarak cevap verdi. 

"Türk olduğunuzu anlamakzor olmadı."Yansımasından, gülümsediğini görebiliyordum. 

"Peki, nasıl?""Boynunuza taktığınız şalın desenleri ve çantanızda takılıolan broş," dedi.Bakışlarım önce şalıma, sonra broşuma kaydı. Şalımda Boğaz Köprüsü ve martılar, broşumda da Galata Kulesi vardı. 

   Şaşkınlıkla arkamı döndüm. "Türk müsünüz?"O da arkasını döndü ve yüz yüze geldik. İçtenlikle gülümsedikten sonra ayağa kalkıp kahve fincanını eline aldı. Karşımdakisandalyeyi işaret ederek, 

  "Oturmama izin verir misiniz?" diyesordu. Onaylar gibi başımı salladığımda karşıma oturdu.

 "Birazkarışık."

 "Nasıl karışık?" diye sordum merakla.

 "Babam Türk, annem İngiliz. Onlar boşanınca ben de evden ayrıldım. Sonrasında da nereye ya da kime ait olduğumubilemedim." 

"Anladım," dedim kafamı sallayarak. Böyle bir durumdabaşka ne denilebilirdi ki?Kahvesinden bir yudum daha aldı.

 "Peki, siz ne için NewYork'tasınız?"

 "Okul için buradayım," dedim. Seviyeli ve samimi sohbetimiz bir süre daha devam etti. Belki biraz daha uzun sürebilirdi ama kibarlık gösterip kafeyi bizim için açan adam, aynıkibarlıkla bizi kovunca kalkmak zorunda kaldık. Kapının önüneçıktığımızda elimi uzatarak,

"Kahve için bir kez daha teşekkürederim," dedim.Uzattığım eli sıktı. "Ben de kahvenin yanında iyi giden tatlı sohbetiniz için teşekkür ederim, Bayan?" dedi ve sorar gibikaşlarını kaldırdı.Gülümsedim ve, "Zeynep," dedim, aynı şekilde kaşlarımıkaldırarak,

"İyi geceler, Bay?" diye ekledim."Denis," dedi ve gülümsedi. "Yani Türkçe Deniz, İngilizceDenis. Anne babamın anlaşabildiği tek isim bu olmuş. Çift taraflı mont gibi, değil mi?"Kıkırdadım. 

Onu gerçekten çok samimi bulmuştum. Belkide bunda sohbetimizi Türkçe olarak yapabilmiş olmamızın etkisi vardı. Tekrar görüşmek üzere diyerek vedalaştıktan sonra zıtyönlere doğru yürümeye başladık. 

Yol boyunca Denis'i düşündüm. New York'a geldiğimden beri ilk defa kendimi ülkemdegibi hissetmiştim.

 Sonra aklıma Toprak geldi. İçimden, keşkeyarın okulda onun yerine Denis'i görsem diye geçirdim ama hayaller Denis, hayatlar Toprak'tı...

ADI GÜZELİMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin