Poker masasında blöf yaparak yüksek oynayan bir Japon'un elini kapamasını bekliyordum. Oyun bir süredir devam ediyordu. Masanın üzerinde yüz bin won'un üzerinde nakit para ve fiş vardı. Eli benimkinden iyiydi.Üç ası ve iki valesi vardı; bir full house. Bendeyse üç yedili vardı. Şeytanın favori sayısı. Kazanan el onunkiydi.
Japon'un deri çizmeleri ve bir şapkası vardı. Kalın prosundan çıkan duman gözlerimi rahatsız etmiyordu. İçine çektiği duman bulutunu korkutma niyetiyle üzerime üfledi. Gülümsedim ve son atışını gördükten sonra bahsi elli bin daha yükselttim.
Sadece şişman kedilerin yer bulabildiği kumarhanenin lüks bir köşesinde özel bir oyunun tadını çıkarıyoruk. Diğer üç adam çoktan ellerini kapamışlardı ve şimdi heyecanla bizi izliyorlardı. Oyunu dikkatle takip ediyorlardı ve birbirlerini tanıdıkları aşikardı.
Japon onların önünde küçük düşürülmek istemeyecekti.
''Floş royal'in olmalı ballı çocuk,'' dedi. ''Arttırmana bakılırsa.'' Masanın üzerine yaslandı. ''Veya faturalarını ödeyen şeker bir baban var.''
''Bal ve şeker,'' dedim gülümseyerek. ''Her ikisi de tatlı şeyler, aynen benim gibi.'' Ardından sesimi ciddileştirerek, ''Ama faturalarımı ben kendim öderim,'' dedim.
Güldü ve bacağına vurdu. ''Blöf mü yapmaya çalışıyorsun?''
''Belki. En iyi bahsini ortaya koy ve gör.''
Bir an için tereddüt etti sonra da ortadaki pota göz attı. ''Ortam biraz ısınıyor. Bu kadar paraya nasıl sahip olacaksın, çocuk? Babacığın vermiş olmalı.''
Paranın benim için ne kadar önemli olduğunu anlamaya çalışıyordu. Önemliyse sadece yenilmez bir elim olduğunda bahsi bu denli arttırabildiğimi düşünecekti. Elbette beyin hücrelerini yakabilecek kadar sert değil, sadece biraz sarsacak kadar. Bana çocuk denmesinden hoşlanmam. Ne de olsa on dokuz yaşındayım.
''Her kuruşunu kendim kazandım,'' dedim. ''Zor yoldan. Peki, sen nereden buldun, yaşlı adam?''
Sessizce geriye yaslandı. Sesimin tonu onu biraz ürkütmüştü. ''Dürüst yoldan kazandım,'' dedi yalan söyleyerek.
Ben de arkama yaslandım. ''O zaman dürüst bir şekilde kaybet. Ya bahsimi gör ya da kartlarını masanın üzerine bırak. Hangisini seçersen seç, benim için fark etmez. Ama artık dırdırı bırak.''
Sinirlenerek, ''Dırdır etmiyorum,'' dedi.
Buz gibi bir şekilde omuz silktim. ''Nasıl istersen, yaşlı adam.''
''Kahretsin,'' diye söylenerek kartları masanın üzerine bıraktı. ''Ben yokum.''
Kollarımı masanın üzerinde uzattım ve ortadaki paraları topladım. Hepsi bana bakıyordu. ''Ah,' dedim. ''Eminim elimde ne olduğunu merak ediyordundur. Ama sormayacak kadar profesyonelsin. Haksız mıyım?''
Ayağa kalktım ve kazandığım paralarla fişleri çantama doldurmaya başladım. ''Sanırım gece benim için sona erdi,'' dedim.
''Orda dur bakalım,'' dedi Japon ayağa kalkarak. ''Kartlarını görmek istiyorum.''
''Gerçekten mi? Onları görmek için para ödemen gerekir sanıyordum. Kurallar Japonlar için farklı mı yoksa?''
''Elli bin wonumu aldığından beri farklılar, fahişe. Şimdi göster bakalım.''
Bana fahişe denmesi, çocuk denmesinden daha sinir bozucuydu.
Evet ilk bölüm birşeyler yazmaya çalıştım umarım beğenirsiniz :')
Vote ve Yorumlarınızı eksik etmeyiniz...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LOVE ME
RomanceSevgi, Korku ve Nefret... Bir insanın bunların üçüne birden değil, sadece birine sahip olabileceğini anladım. Eğer birini seviyorsan korku ya da nefreti bilmezsin. Korktuğun zaman, sevgi ya da nefreti hissetmene imkan yok. Ve nefret ettiğindeyse, h...