Kendimi durduramıyordum. ''Benzini ya da kedileri onun için sen mi aldın?'' Bilmek istediğim tek şey bir annenin böylesine bir oğula sahip olmak için ne yapmış olduğuydu.
Kendi iç sesini dinlemek istercesine birkaç saniye suskun kaldığında, bana bir şey uydurmak için düşündüğünü hissettim.
''Benim oğlum iyi bir çocuktur ve senin gibi oğlanlarla nasıl geçineceğini de bilir,'' dedi.
''Oğlun benimle nasıl geçineceğini öğrenememiş ki beni bırakıp gitti.'' Onu sallanan sandalyesinin içine attım. ''Burada otur ve mümkünse çeneni kapalı tut,'' diye bağırdım.
''İkimiz de Hoseok'u bekleyeceğiz.''
''Ona ne yapacaksın?'' diye sordu.
Pantolonumun kemerine sıkıştırdığım silahımı çıkarttım. ''Onu öldüreceğim ve intikamı mı alacağım.''
Gözlerini kırpıştırmaya başladığında, sahip olduğum olağanüstü gücün nereden geldiğini merak ettiğini anlıyordum. Benden korkmaya devam etmesine rağmen, kendine olan güveni gözümden kaçmıyordu. Derin bir iç çektiğinde, vücudundaki kireçlenmiş kemiklerinin sesi duyulur gibi oldu.
''Benim oğlum senden daha akıllı, bu yüzden sen onu öldüremeden, o seni çoktan öldürmüş olacak.''
Elime aldığım televizyon kumandasıyla televizyonu açtıktan sonra, koltuğa oturup onunla ilgilenmiyormuş havası yaratırken, ''Oğlun o kadar akıllı olsaydı, yürümeyi öğrendiği gün bu evden kaçıp gitmiş olurdu,'' dedim.
Bu sözler hoşuna gitmemişti. ''Bunu söylediğin için benden özür dileyeceksin,'' dedi.
Beni gerçekten sıktığını düşünürken, ''Bekleyelim ve görelim,'' dedim.
***
Bir saat sonra telefon çaldı. Hoseok'u korkutup eve gelmesini sağlamak için telefona cevap vermiyor olsam da, Hoseok'un annesinde herhangi bir telaş belirtisi görmediğimden ayağa kalktım ve ''Efendim?'' dedim.
''Taehyung?''
Joel'un (V'nin en yakın arkadaşı) sesinden ciddi bir kargaşanın ortasında olduğunu anlamıştım.
''Yanında duruyor, öyle değil mi?'' diye sordum.
Joel'un sesi korku doluydu, ama henüz kontrolünü kaybetmemişti. ''Evet.''
''Yapacağını yapmış. Onu telefona ver!''
''Beni harcayabilirsin, bunu biliyorsun, değil mi Taehyung?''
''İkimiz de harcanabiliriz,'' dedim.
Birkaç saniye sonra Hoseok telefonu eline aldı. Sesi iğrenç olsa da, olmasa da gerektiği kadar mağrur konuşuyordu.
''Merhaba Taetae, annem nasıl?''
Taetae onun iğrenç lakaplarından biriydi. Eskiden onun ağzından çıkan herbir kelime için herşeyimi verirdim, ama artık tiksiniyorum.
''Çok iyi, seni öve öve bitiremiyor.''
''Ona zarar verdin mi?''
''Düşünüyorum. Joel'a zarar verdin mi?''
''Sadece kolunu kırdım. Bu da ikinci erkek arkadaşın mı oluyor? Ne yapalım, diğer zavallının ömrü kısaymış.''
Sesimi değiştirmeden, ''Bazen kazanır, bazen kaybedersin. Benim kadar yetenekliysen birinin diğerinden üstün olmadığını anlarsın,'' dedim.
Hoseok kıkırdadı. ''Böyle bir şeyi daha önce hiç duymamıştım. Beni yeneceğini sanıyorsan aldanıyorsun,'' dedi.
Kızdırmak, sinirlerini oynatmak için onu salak yerine koymaya çalışıyordum. ''Bana meydan mı okumak istiyorsun, Hoseok? Bütün yaptıkların bu yüzden mi?'' Durakdadım. ''Dünyayı idare ederek gece çıkabileceğin bir kızdan randevu alabileceğini mi sanıyorsun? Eski patronunla konuştuğumda, nasıl bir dünya istediğini öğrenmis bulundum. Bakir bir erkek olduğunu söylesen bile hiç şaşırmayacağıma yemin ederim.''
Sözlerim onu kızdırmıştı, sinirlerini altüst edip zayıf noktasını bulmuş olmak beni sevindiriyordu. Hoseokla çıkarken hiç yatmamıştık. Bakir olduğunu oradan biliyordum.
Herkese karşı gösterdiği gücü bir kenara attığımızda, insani ilişkilerde sınıfta kaldığını hatta büyük problemler yaşıyor olduğunu söylemek mümkündü. Onun basit bir ruh hastası olduğunu bile söyleyemezdim. Ruh hastaları bile bazı yeteneklerini geliştirebilirler.
Hoseok daha çok vahim durumdaydı. Bence okul hayatın da her zaman dışlanmış ve zamanın çoğunu kızlardan intikam almak için onlara tecavüz edeceği şekilleri düşünerek geçirmişti.
Yaramaz bir çocuğun ses tonuyla, ''Konumuza dönsek iyi olacak,'' dedi. ''Eskiden buluştuğumuz fabrika da otuz dakika sonra buluşalım. Otuz dakikayı bir dakika bile geçirecek olursan, sevgili arkadaşını öldürmeye başlarım. Eğer lastiğin patlar da gecikirsen, bil diye söylüyorum, arkadaşını yavaş yavaş kesmeye başlayacağım. Bu yüzden belki yetişebilirsin. Yirmi dakikadan fazla geç kalmadığın müddetçe onu tanıyabilecek durumda görebilme ihtimalin var. Ah, bu arada unutmadan, annem evde kalacak ve ona hiçbir şekilde zara verilmeyecek.'' Kısa bir an durduktan sonra, ''Söylediklerimi anlayabildin mi?'' diye de sordu.
Homurdanarak, ''Ah! Sen atla dediğinde atlayacağımı sanıyorsan, ne yazık ki yanıldığını söylemek zorundayım. Elinde bana karşı tehdit olarak kullanabileceğin hiçbir şey yok. Bu gezegende böyle bir unsur bulman imkansız olduğundan, otuz dakika içinde asıl sen buraya geliyorsun. Gecikirsen annenin kafasını kopartır, Noel süsü olarak kapıya asarım. Kafasından akan kanların güzel bir görüntü sunacağından emin olabilirsin.'' Bir an durduktan sonra, ''Söylediklerimi anlayabildin mi?'' diye sordum.
Kızgın bir ses tonuyla, ''Blöf yapıyorsun,'' dedi.
''Beni en iyi anlayan sen olmalısın ve anladığında blöf yapmadığımdan da emin olacaksın.''
Telefonu suratına kapattığımda, geleceğinden adım gibi emindim. Joel'u yanında getirip pazarlık yapmak için kullandığında çuvallarsam diye endişe ettiğimden, buraya gelmeden onu öldürmesini umut ediyordum. Aksi taktirde ben öldürmek zorunda kalacaktım.
-Şu ana kadar yazdigim en uzun bolum oldu skksksksk
-Diğer bolum buyuk ihtimal yarın gelir. Jimin'in agzindan olucak
Vote ve Yorum unutmayın...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LOVE ME
RomanceSevgi, Korku ve Nefret... Bir insanın bunların üçüne birden değil, sadece birine sahip olabileceğini anladım. Eğer birini seviyorsan korku ya da nefreti bilmezsin. Korktuğun zaman, sevgi ya da nefreti hissetmene imkan yok. Ve nefret ettiğindeyse, h...