-Üçüncü-

7.5K 544 94
                                    

Planladığım gibi buluştuk ve her birimiz kendi arabasında kısa bir yolculuğa çıktık. Onları yoldan çıkartıp Orman'ın içerisinde birkaç kilometre ilerlettim. Saat on bire geliyordu. Serin bir geceydi ve dolunay parlak ışığıyla ortalığı aydınlatıyordu. Adamlar araçlarını yanımda park edip dışarı çıktılar. Benden korkuyorlardı. Büyük patron hariç hepsinin silahı vardı. Paltolarının altındaki kabarıklık rahatlıkla görülebiliyordu.

Muhtemelen onları soymak için bu tezgahı hazırladığımı düşünüyorlardı. Bana doğru yaklaşırken etrafı kolaçan ediyor ve yalnız olmama şaşırmış görünüyorlardı. Pek zeki değillerdi. İçlerinden ikisinin elleri ceplerinde ve parmakları tetikteydi. Japon önümde durup uzandı.

''Çantanı ver,'' diye emretti Japon.

''Pekala,'' dedim çantayı uzatarak. Paranın çanta içinde olması onu memnun etti. Saydıkça gözleri büyüdü. Çantanın içinde bir silah bulmayı beklediğini biliyordum. ''Tatmin oldun mu?'' diye sordum.

Japon arkadaşlarına işaret etti. Üstümü aradılar. Zorla.

Geriye çekilirken, ''Temiz,'' dedi arkadaşlarından biri.

Japon paraları çantasına tıkıştırmaya başlamıştı. ''Evet, tatmin oldum. Ama ben bu işi anlamadım. Neden bizi bunca yol buralara sürükledin?''

''Çünkü açım,'' dedim.

Sahtekar bir petrol baronu gibi sırıttı. ''Seni akşam yemeğine götürsek mutlu olur musun? Halen yemeğe gidebiliriz. Ne isterdin?''

''Kesinlikle kaburga,'' dedim.

Tekrar bacağına vurdu. Bu gergin olduğunda yaptığı bir hareket olmalıydı. ''Lanet olsun! En favori yiyeceğim. Kırmızı özsu damlayan kaburgalar. Şimdi seni yemeğe götüreceğiz ve istediğini alacaksın.'' dedi.

Ona doğru bir adım atarken başımı salladım. ''Burada yiyebiliriz. Piknik yapabiliriz. Sadece beşimiz.''

Arabama baktı. ''Yanında bir şeyler getirdin mi?'' diye sordu.

''Hayır, sen getirdin,'' dedim.

Sabırsızlanmaya başlıyordu. ''Sen neden bahsediyorsun?'' diye sordu.

Başımı geriye atıp gülmeye başladım. ''O kadar uyduruksun ki. Kibarlığı sadece işine geldiğinde kullanıyorsun. Senden adil bir şekilde kazandığım paraları benden çaldıktan sonra bir de beni yemeğe mi çıkarmak istiyorsun?''

Japon öfkelenmişti. ''Parayı senden çalmadık. Sen bize geri vermek istedin.''

''Sizin yaptığınız bütün o baskıdan sonra. Sezarın hakkı sezara. Sen sahtekarın tekisin.''

''Kimse bana bunu söyleyip cezasız kalamaz.''

''Gerçekten mi? Ne yapacaksın? Beni öldürecek misin?''

Bir adım yaklaşıp elinin tersiyle yüzüme sert bir tokat attı. ''Fahişe! Öyle bir adam olmadığım için kendini şanslı saymalısın,'' dedi.

Elimi ağzıma götürdüm. ''Öyle bir adam değil misin?'' diye sordum yumuşak bir tonla. ''Senin kalbini görüyorum, Bay Para Çantası. Daha önce de öldürdün. Bu gece burada Orman'da toplanmış olmamız ne kadar güzel. Yaşayacak olursan muhtemelen yeniden öldüreceksin.''

Gitmek için sırtını döndü ve, ''Haydi çocuklar gidelim,'' dedi.

''Bekle,'' dedim. ''Sana verecek bir şeyim daha var.''

Omzunun üzerinde baktı. ''Nedir?''

Bir adım ileri çıktım. ''Sana gerçekte kim olduğumu söylemem gerekir. Sormuştun hatırlarsan.''

Japon bir çeşit acele içersindeydi. ''Peki, kimsin sen? Bir Hollywood yıldızı mı?''

''Sayılır. Bir yerde ben de şörhet sahibiyim. Sadece  bir kaç gün önce tüm Seoul Polis Teşkilatı beni kovalıyordu. Gazetelerde okumuşsundur.''

3. Bölümde bitti...

Jimin ne zaman gelir bilemem :D

Vote ve Yorum unutmayın...

LOVE MEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin