Arabada gidiyorduk. Yanımda Atilla vardı ve hala öfkeliydi. Haluk onu imzalı ifademizden sonra serbest bırakmıştı, fakat Atilla bu duruma düştüğü için olsa gerek sinirliydi. "Haluk bize şey dedi," diyerek söze girmeye çalıştım ürkekçe. Ona babasının nerede olduğunu ve gerçekten babamın çalışanı olup olmadığını öğrenmek istiyordum. "Baban... yani müstakbel kayınbabam..." Dadım arka koltuktan öne eğilip gizlice etimi büktü, ama ben bozuntuya vermeden devam ettim. "Eskiden babamın işlettiği kantinde çalışıyormuş, doğru mu?" Dikkatle onu izliyordum. Dişlerini sıktı gene, çenesindeki damar atmaya başladı. Yüzündeki kızgın kızarıklıklar hala oradaydı. "Ben... bilmek istiyorum," dedim cesurca. Eğer babası gerçekten babamın parasını çalmışsa ne yapardım? Düşünmesi bile çok kötüydü! Fenaydı! Atilla'yı yetiştirmiş bir adam nasıl hırsız olabilirdi? O da en az oğlu kadar tatlış olmalıydı! Fakat... eğer öyleyse ne olacaktı? Ya Haluk doğruyu söylemişse?
Ben Atilla'yı kayıtsız şartsız kabul etmeye hazırdım, fakat babam bunu ister miydi? Babası onay verir miydi?
En en en önemlisi Atilla benden bu yüzden vazgeçer miydi?
Ya da çoktan vazgeçmiş miydi?
"Neyi bilmek istiyorsun?" dedi sonunda tıslar gibi. "Babamın bir hırsız olduğunu mu?"
"Ben..."
"Ne var biliyor musun? Ben seni kaçırdım, seni babanı tehdit etmek için kaçırdım! Ama... ama babanın öldüğünü bilmiyordum ya da ölü numarası yaptığını! Çünkü burada değildim, lanet olsun ki burada değildim ve bilmiyordum! Geldim, seni aldım ve gittim!
Sen... sen benim için bir imtihandan farksızdın, ama ben bu imtihandan geçeceğim," dedi beni ağzım açık bir şekilde yakalayıp yüzünü bana dönerek.
O kadar hızlı konuşuyordu ve nefret doluydu ki karşılık vermeye ne cesaretim ne de gücüm kalmıştı. Beni kaçırdığını söylüyordu! Bunu kabul ediyordu. Üstelik... üstelik babamı tehdit etmek için kaçırmıştı! Bu doğru değildi. "Bu doğru değil," dedim içimdekileri bir kez daha eksiksiz dışa vurarak. "Bu doğru değil, sen beni kaçırmadın. Sen... sen bizi kurtardın. Sen... sen pofuduk bir ayı kadar..."
"Şunu kes!" diye bağırdı arabayı sağa yanaştırıp aniden fren kısarak. "Kes!" Arabayı durdurdu ve bana "in aşağı," dedi.
"Ne?"
"Aşağı in!"
Dadıma baktım, şok içinde bizi izliyordu. Atilla'nın ağzına dikmişti gözünü. Galiba ağzından çıkanlar benim kadar onu da allak bullak etmişti. Hafifçe yutkundum, dadım bana baktı. Göz kapaklarını kırpıştırdı. Bu git demekti, in demekti, onu dinle demekti. Ben ona güveniyorum demekti.
Dadım Atilla'yı benden daha çok mu seviyordu?
Derin bir nefes alarak aşağı indim, Atilla benden sonra arabanın içinde biraz durdu. Dadımla bir şeyler konuşuyor olmalıydı. Duymayı delicesine istedim. Dadıma muhakkak durumu izah etmeye çalışıyor, tam bir beyefendi gibi davranıp büyüklerine saygıda kusur etmiyordu! Bana gelince gerçek bir ayıdan farksız değildi!
"Ayı," diye mırıldandım ellerimi birbirine sürterek. Hava çok soğuktu. Nerede olduğumuzu anlamak için etrafıma bakındım. Konya yolundaydık ki bu içime işleyen soğuğun sebebini ortaya çıkartıyordu. Dolmuşcuların durdukları yere park etmiştik, yanımızdan geçen bir dolmuşun bize korna çaldığını duydum, fakat umursamadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bal Ayısı
Humor"Kocaman bir ayı olabilirim, ama ben bile dünyanın en sevimli bal arısına zarar veremem. Vereni siksinler."