Aceleyle hazırlanmaya çalışıyordum, iki ayağımı otuz beş numara bir pabuça sokmuşlardı.
"Hurry up!"
Ne hurrysi ne marisi Merlin? Sağda solda İngilizce konuşmasa iyi olacaktı. Atilla'ya onun İngilizce bilmediğini söylemiştim, evet, kocaman bir yalandı çok da inandırıcı değildi, ama ayıcık çok üstülemedi, çünkü küfür edecek bile olsa Merlin'le muhattap olmak istemiyordu.
Ben tercüman olarak iyi idare ediyordum.
Dün gece onları tanıştırdığımdan beri ağzından hayırlı bir laf çıkmamıştı ki! Çocuğa sürekli ekşimiş maya muamelesi yapıyor, yedi ceddine kadar tehdit ediyordu. Bense Fransızca'ya çevirirken daha sıcak kelimelerle değiştiriyordum onları. Strateji önemliydi.
Atilla bizi yalnız bırakmıyordu. Asla. Hiç.
Onun bizde kaldığını öğrenince o da bizde kaldı. Karşılıklı kanepelerde yattılar. Aklıma geldikçe gülesim geliyordu. Dadım bile onlara gülmekten kahvaltısını yapamamıştı.
Kıyafetimden memnun kaldığımda aynada son bir kez süzdüm kendimi. Koyu ispanyol paça bir kot, kalın, hardal rengi yün bir kazak giymiştim. Saçlarımla uğraşacak vaktim de olmadığından onları dağınık bir halde bırakıverdim. Oldukça sade olmuştum. Atilla'nın bundan memnun kalacağına emindim.
Montumu ve çantamı alıp odadan çıktım. Oturma odasına girdiğimde fincanlardan yükselen kahve kokusu ve dadımın Kur-an okuyan sesiyle karşılaştım.
Merlin'i İslamla tanıştıracağından bahsetmişti, ama ciddi olduğunu düşünmemiştim. Evin için huzurla dolmuş olsa da Atilla'nın bile sabırsızlandığını görebiliyordum.
Beni görünce, "nihayet," diye homurdandı ve ayağa kalktı. Merlin'in de onunla beraber kalktığını görünce arkasını dönüp tehditkar bir bakış fırlattı. Benim masum arkadaşım da korkak bir kedi gibi dadımın dizinin dibine geri gitti.
Atilla dirseğimden tutup beni mutfağa doğru çekiştirdi. Yemek masasının önünde karşılıklı durduk ve birbirimize baktık uzun süre. Ona hala kırgım olduğumu hissediyordum. Bu duygu başka zaman olsa geçerdi, daha öncekiler gibi. Ama bu kez kırgınlığım çok da büyüktü.
O da bunu görüyordu.
Beni kırmasına katlanırdım da başkasının yanında yapması canımı çok da acıtıyordu. İlkinde dadım vardı, şimdi Merlin. Üçüncüsünde babam mı olacaktı? Eğer öyle olacaksa hiç şansı kalmazdı.
Saçlarımı umursamaz bir halde savurup ağırlığımı sol bacağıma geçirdim. "Ne vardı?"
"Bu kılıksızı gördükçe asabım bozuluyor benim."
"Ne yapabilirim?"
"Gönder şunu."
"Kusura bakma da sen gönder dedin diye arkadaşımı gönderecek değilim." Sözlerimin ciddiyetini anlasın diye gözlerinin içine baktım. "Sen yokken o vardı."
İki kaşı birden havaya kalktı. "Ama artık ben varım." Sözleri keskindi, ama hiç umrumda değildi.
"Sen beni ağlatırken beni teselli eden de oydu ama."
"Dün gece ağladın mı?"
O kadar ciddi ve o kadar şaşkındı ki yüzümü alayla buruşturmadan edemedim. "Sevdiğin kadına bir sürü küfür sallayıp yolun ortasında bırakıp giderken ne düşünüyordun? Sevinçten havaya uçacağımı mı?"
"Sevdiğim kadının bensiz pavyonda ne işi vardı peki?"
Sevdiğim kadın derken dudaklarının ne kadar da çekici göründüğünü düşünmemeye çalıştım. Her uzvum adamı affetmem için baskı yapıyordu. Hayır, içten içe affetmiştim zaten. Özür de dilemişti üstelik, ama bu kez beni gerçekten gücendirmişti ve duygularımı işe katmam daha uzun sürecekti. Onu affettiğimi ve yumuşadığımı düşünmemeliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bal Ayısı
Humor"Kocaman bir ayı olabilirim, ama ben bile dünyanın en sevimli bal arısına zarar veremem. Vereni siksinler."