"Sevişmek istiyorum," dedim elimi yanaklarına yerleştirip burnumu burnuna sürterek, "eğer birlikte olursak beni terk edemezsin."
İyi plandı, gerçekten. Bir şekilde Atilla'nın hayatına yerleşmem gerekiyordu, benden asla vazgeçememeliydi.
Hamile filan kalsam mesela?
"İstemiyor musun beni?" Yüzüne minik öpücükler kondurarak nefesimin yüzünde dolaşmasını sağladım. İşin açıkcası seksi olmakla uzaktan yakından alakam yoktu. Gözlerimi süzemez, bedenimi kullanamazdım, ama Atilla'nın erkekliğini kullanabilirdim.
Çok mu edebsizdim acaba?
Öpücüklerim aşağıya ilerledi. Boynuna öpücükler kondururken gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Bir erkeğin nasıl ayartıldığını teknik olarak bilsem de uygulamada hiç de öyle kolay olmuyordu. Komikti bir kere. "Çok güzel kokuyorsun," dedim burnumu boynunda gezdirerek. "Kolonya kokuna bayılıyorum."
"Yumurta..."
"Yoo, bence kavun..."
Göz göze geldik. "Yumurta?" dedi bir kez daha.
"Kavun kavun," dedim. Ne demek istediğimi anlamıyordu. Ben de elini kavradım ve mememin üzerine koydum. "Bak kavun... yumurta değil!"
Gözünü hiç kırpmadan derin bir nefes aldı. Çok şaşkın görünüyordu.
"Kavun, değil mi?" diye sordum. Bu işi çok ciddiye almıştım.
Cevap vermedi. Sessiz ve gergin bir ortamda birbirimize bakındık. Eli hala mememin üzerinde duruyordu. Kanlanmış gözlerine bakarken onu azdırmam gerektiği aklıma geldi. Oysa ben gene ne yapmam gerektiğini unutmuştum. Birbirini arzulayan aşık bir çift yerine, doktorculuk oynayan veletlere benziyorduk.
"Tamam, yumurta," diye sızlanarak ayağa fırladım ve böylece eli yatağın üzerine düştü. "Yumurta, yumurta, yumurta... anca yumurta ye zaten, şeftaliden anladığın yok!" Onu azdırma işinden vazgeçmiştim, çünkü ya ben beceremiyorum ya da Atilla'da bir sorun vardı. Gerçi... bunlardan ziyade biz daha çok komik görünüyorduk.
Ona arkamı dönüp mutfağa gittim. Burası epey soğuktu, aceleyle yumurtayı aradım ve dolabın içinde olduklarını gördüm. Bir yandan piknik tüpünü yakmaya çalışırken bir yandan da yumurtaları tencereye koymaya çalışıyordum. Üç beş on?
"Altı!"
Hangi insan kahvaltıda altı tane yumura yerdi ki?
Yumurtayı ateşe bıraktıktan sonra koşturarak içeri gittim ve sobanın başında dikilmeye başladım. Popomu sobayı dönüp anlamsızca hoplarken Atilla'yı izledim. Kanepenin ucuna oturmuş, bacaklarını iki yana açmış vaziyette elleri başının iki yanında derin düşünceler içinde oturuyordu. Gözleri yerdeydi, altı çocukla ortada bırakılmış haldeydi.
"Hayırdır?" diye sordum dalga geçerek, "bu sabah çok keyifsizsin."
Kafasını kaldırdı. Koyu kahve gözleri donuk bir ifadeyle benim sarı gözlerimi buldu. Aramızda gene sessiz bir söyleşi başladı. Sobanın sıcaklığı kaslarımı gevşetirken hafifçe gülümsedim. Boynuna atlayıp sıkıca sarılasım geldi, fakat Atilla'nın harekete geçmesini bekledim. Yüreğim teklemeye başlamıştı ve gereksiz bir heyecan içindeydim. İkimizden başka düşünebilen hiçbir canlının olmadığı bu dağ başında baş başaydık. Bizi rahatsız edebilecek hiç kimse yoktu, öyle ki her anlamda dünyadan soyutlanmıştık. Telefonumun nerede olduğunu bile bilmiyordum, merak da etmiyordum. Ömrümü bu şekilde geçirebilirdim, bundan asla gocunmazdım. Tek sorun Atilla'nın da benim gibi hissettiğinden emin olamamamdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bal Ayısı
Humor"Kocaman bir ayı olabilirim, ama ben bile dünyanın en sevimli bal arısına zarar veremem. Vereni siksinler."