Gözlerimi, odama her sabah küstahça sızan güneş ışığı yerine, Mehmet'in yüzüyle açtım. Hâlâ arasında olduğum kolları gibi etrafımı sarmış kokusu burnuma çarpıyordu. Gerçeklikle hayalin kıyılarında koşturup durmaktan yorulmuş birinin boş vermişliğiyle yüzüne baktım. Fırtına sonrası durulmuş bir deniz gibi sakin çehresine, beyaz bir sayfaya dökülmüş satırlar gibi düşen kirpiklerine takıldı gözüm. Dağılmış saçlarına dokunduğumda kıpırdanınca, vereceği tepkiyi merak ederek beklemeye başladım.
Gözleri, hayatındaki yeni bir günün ruhuna girmesine izin verip aralanırken; kaşlarını huysuzca çattı ve beni fark ederek kafasını seri bir hareketle bana çevirdi. Birkaç saniye, hâlâ rüya gördüğünü düşünüyor gibi tek bir söz söylemeden baktı yüzüme. Kafasının karışıklığı yüzünden rahatlıkla anlaşılıyordu. Hâlinin tatlılığına dayanamayıp, "Günaydın." dedim.
"Benim burada ne işim var?"
"Hatırlamıyor musun gerçekten? Ciddi olamazsın."
Kollarını yavaşça geri çekti ve odamı ilk kez görüyormuş gibi incelemeye başladı. Hayretle bakıyordu etrafa şişmiş, yeşil gözleri. Daha rahat yüzünü görmek ve konuşmak adına doğrulup, bağdaş kurdum yanına. Tıpkı dün geceki gibi yüzünü ve saçlarını avuçlarının arasına alıp durdu birkaç saniye. Odada saatin tik taklarını duymaya başlayacak kadar sessizleştik. Ardından panikle kaldırdı başını, yüzüme zor da olsa bakabildi.
"Bir şey mi oldu dün gece?"
"İnanmıyorum sana, hatırlamıyorsun ha? Gerçekten hayal kırıklığına uğrattın beni."
"Neden?" diye sordu, yüzü normal asık hâline yavaş yavaş dönerken. "Ne oldu ki?"
"Cenk ile sarhoş olmuş halde geldiniz. Cenk ufak bir olay çıkardı, Özge topladı arkasını. Sonra seninle konuştuk, daha doğrusu sen konuştun..."
Kafasının karıştığını, saniyeler içindeki duygu geçişlerini izlemek tahmin ettiğimden daha keyifliydi. Gülmemek için biraz daha sıktım kendimi ve "Yazıklar olsun," dedim. "Söylediğin o kadar şeyden sonra hatırlamıyorum diyorsun ha? Yazıklar olsun."
"Suna söyle, ne dedim?"
Benim gibi oturur pozisyona geçip, kucağımda birleştirdiğim ellerime dokundu tereddüt içinde. "Lütfen söyle, ne anlattım dün gece?"
"Bir sürü şeyi itiraf ettin... Sonra..."
"Sonra?" Derin bir nefes alıp, ellerimi ellerinin arasına aldı. "Neyi itiraf ettim?"
"Niye içtiğini... Ve..."
"Evet?"
Kapının çalınmasıyla, Mehmet'in ellerimi tutan ellerinden kurtulup panikle atladım yataktan. Babam veya Sezin ablanın Mehmet'i yatağımda bulması, açıklama yapamayacağımı bildiğim durumlara düşürecekti beni ve kapıyı çalanın Cenk olmadığına adım kadar emindim. Hâlâ boş gözlerle bana bakan, yatakta oturmayı sürdüren Mehmet'e baktım korkuyla. "Saklanman lazım. Dolaba gir ya da camdan atla. Babam seni burada görürse insan içine çıkamam utançtan."
"İyi de daha önce de birlikte uyuduk, bir otobüs dolusu insanın içinde üstelik."
"O farklı. Seni odama atmışım gibi bir izlenim veriyorum şu anda."
"İyi de beni zaten odana attın. Bir de gece ne olduğunu anlatsan. Ne itiraf ettim?"
"Sunacağım, girebilir miyim?"
Sezin ablanın hemen kapımın arkasından gelen sesini duyunca, babam olmadığı için rahatlatsam da, Cenk olmadığı için paniğim dinmemişti. Hâlâ hiçbir şey olmamış gibi yatakta oturan Mehmet'ten ümidi kesip; kapıyı sadece benim görüneceğim şekilde araladım ve endişeyle bana bakan Sezin ablaya gülümsedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İzmir Çetesi
HumorEvet, annemin evlenmesiyle babamın yanına, İzmir'e taşındım. Evet, hayatımın en güzel günlerini burada geçireceğimden habersizdim. Evet, hikaye çok klasik. En azından benim için, üç kafadarla tanışana kadar. Suratsız ve huysuz 'Buzlar Prensi' Mehmet...