Bölüm 4.02

4.5K 366 72
                                    

Merhaba Ahali!

Kitabın 4. bölümünün de sonuna geldik. Biliyorum biraz ağır ilerliyor düyorsunuz ama emin adımlarla ilerliyoruz. Olaylar patlak verene kadar Oğuz-Deniz ve ya Demir-Deniz atışlarının keyfini çıkarın. :D Bu arada hikayenin başına Dolunayda Vals nedir, ne değildir gibi bir bölüm ekledim. Oraya bakıp Dolunayda Vals hakkında biraz daha bilgi alabilirsiniz. Sorularınız olurda mesaj atın yorum yapın, spoiler olmayacak şeylerin cevabını veririm. :D 

Sıralamamız ufaktan eski haline dönmeye başladı. O yüzden mutluyum. :D Bir de lütfen lütfen lütfen bölümleri yıldızlamayı unutmayın ve benimle karakter dedikodusu yapmak isteyenler yorum atın, karakterler hakkında ufak ufak dedikodu yapalım. Yorum yazanlarla muhabbet etmeyi acayip seviyorum. :D

Bu bölümle beraber, bir bölüm daha Oğuz ve Deniz'in geçmişlerine, arkadaşlıklarına biraz göz atıcaz. Umarım mutlulukla okursunuz. Yıldızlayıp arkadaşlarınıza önermeyi unutmayın. :D

İyi okumalar!!! :D

*********************

"Hey, Deniz! Harun öğretmen ile Sinem öğretmenin bugün zümre toplantıları varmış. Hala neden sınıftasın, bizimle bahçeye çıksana." İstemeyerek başımı kapıya çevirdim. Oğuz, Ömer'den hoşlanmadığını her zaman belli ederdi ama bu sefer yüzünü bir öfke bürümüş gibiydi. Bir hışım gelip yanımda dikildi.

"Hadi Deniz, gidelim." Kolumdan tutup beni yerimden kaldırdı ve bunu yaparken pek zorlanıyormuş gibi görünmedi. Tamam, çok iri ve kilolu değildim ama bu kadar kolay bir şekilde ve tek elle kaldırılacak kadar da ufak değildim. Ne zaman bu kadar güçlü olmuştu? Ayrıca neden benimle bu kadar uğraşıyordu ki? Şu an tek istediğim o yeşil derinliklere geri dönmekti. Özlemle Ömer'e baktım. Bu durumdan o da rahatsız olmuş gibi görünüyordu. Bunu fark edince biraz da olsa mutlu olduğumu hissettim. Aklım tekrar çalışmaya her şey allak bullak oldu. Ömer'le aramızda olanlar da neydi? Ben nasıl bu duruma gelmiştim? Şu anki durumum ne anlama geliyordu? Bunlar önemli ve cevabı kısa zamanda bulunması gereken sorulardı.

Oğuz'un beni sınıftan çıkarabilmesi için sürüklemesi gerekti. Kapıdan çıkarken o yeşil derinliğin özlemiyle tekrar Ömer'e baktım. O da bana baktı. Gözlerinde huzur vardı ama yüzünde bu huzuru gölgeleyen bir endişe oluşmuştu. Yeşil derinliklerdeki huzur bana güç verdi. Bir daha yenilmek yok, pes etmek yok! Artık onun bir hafta habersizce ortadan kaybolmasını sakince karşılayamazdım. Bu bana acı verirdi çünkü uzun zamandır ilk defa içimdeki parçaların bir araya gelmeye çalıştığını hissetmiştim.

Kapıdan çıkıp sınıftan uzaklaştıktan sonra Oğuz diğer kolumu da tutup beni sertçe kendine çevirdi. Biraz canım acımıştı. Gözlerime bakmak için eğildi ama ben de bakışlarımı yere eğdim. İşlediğim suçun farkındaydım. Bir söz vermiştim ve bunu tutmamıştım. Bunun bir özrü yoktu. Ben bakışlarımı yerde tutmakta ısrar edince çenemden tutup yavaşça başımı yukarı kaldırdı.

"Bana bak Deniz, lütfen bana bak." Sesinde garip bir çaresizlik vardı. Onun bu ricasına karşı koyamadım ve bakışlarımı yerden kaldırıp onun koyu kahverengi gözlerine diktim.

"Neden Deniz? Bana söz vermiştin. Sana ondan uzak durmanı söylemiştim. Unuttun mu Deniz? Bana söz vermiştin."

Ona üzgün olduğumu söylemek istiyordum, sözümde durmadığım ve onu hayal kırıklığına uğrattığım için çok üzgün olduğumu. Fakat dudaklarımdan hiçbir şey çıkmadı. Onu hiçbir şekilde ikna edemeyeceğimi biliyordum. O halde en iyi savunma neydi? Saldırı!

"Bana nedenini hala söylemedin ve ben de merak ettim. Ayrıca onunla konuşmuş sayılmam. Sıra arkadaşıma selam vermek sayılmaz. Yani sana verdiğim sözü ihlal etmedim." Dudağını ısırdı. Onu daha çok üzmüştüm. Ne kadar bencil bir canavardım ben! Sadece kendimi düşündüğüm için onu üzmüştüm. Ondan milyonlarca kez özür dilemek istiyordum ama başladığım bu saçma oyunu yarıda bırakmak gibi bir şansım yoktu. Her şeyin daha kötüye gitmesini istemiyorsam bir öyle bir böyle davranamazdım. Başladığım yerden devam etmeliydim. Oğuz'un yüzünde görmeyi beklemediğim bir çaresizlik vardı.

Dolunayda ValsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin