Sekiz Temmuz sabahı beni öldürmek istiyor gibiydi. Sıcaklıktan dolayı nefes alamaz duruma gelmiştim. Bir aydan az bir süre olmasına rağmen şimdiden tören için elbise arayışına çıkmam gerektiği söylenmişti.
Bir kaç stilist ile görüşmelerim olacaktı ve daha da iyisi Julia buraya geliyordu. Elbisemi onunla seçmek iyi olacaktı. Uzun zamandır görüşmesek de aramızda herhangi bir soğukluk hissetmiyordum.
Aradan geçen bir kaç saatin ardından Julia evime ulaştığında ikimiz de sevinçten deliye dönmüştük. İkimizin de yaptıklarımızı anlatmamız ve üzerine yaptığımız dedikodular iki saatimizi almıştı.
Evime araba yollayan Paul, şoförün adresleri bildiğini söyleyerek artık dışarı çıkmamız gerektiğini belirtmişti. Bunun üzerine evden çıkmıştık.
İlk gittiğimiz yerde, burayı ne diye adlandırabilirim hiçbir fikrim yoktu, kendime hitap eden bir şeyler bulamamıştım. İkinci gittiğimiz yerdeki stilistin kibirli ve küstah tavırları beni buradan da soğutmaya yetmişti.
Üçüncü ve son olarak gittiğimiz yer Chanel atölyelerinden biri olmuştu. Burada istediğimi bulacağımdan emindim ve düşündüğümün gerçekleşmesi uzun sürmemişti.
Uzun, minik ve parlak taşlarla kaplı; beyaz, ayrıca göğüs dekoltesi olan bu elbise 'işte bu!' dememi sağlamıştı. Üstelik elbiseyi tasarlayan kadın ile ettiğimiz sohbet kötü geçen günümü güzelleştirmişti.
Bu elbisenin ilk defilede kullanılmak üzere tasarlandığını fakat kullanılmamak üzere listeden çıkartıldığını öğrenmemle çok şaşırmıştım. Üzerine sarf ettiği onca emek çöpe gitmiş oluyordu böylece.
Julia'da elbiseye bayılmıştı. Paul'un da fikrini aldıktan sonra satın aldığım elbise ile eve dönmüştük.
*
Julia gideli iki gün olmuştu ve ben bu süre içinde Justin ile hiç görüşmemiştim. On dört Temmuz bitmek üzereydi ve on beş Temmuz'a saatler kalmıştı.
Ailemin benden gidişinin 16. Yıldönümü.
Üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen her aklıma geldiğinde içimi ürperten korkunç gerçek her yıl olduğu gibi yüzüme vurmuştu.
Yine kendime verdiğim sözleri unutup ağlamaya başlamam uzun sürmedi. Yetimhanede geçirdiğim yıllar gözümde canlandı. On yedi yaşımdayken beni ordan alan halam, eskiden kaldığı evi ve bir kaç mal varlığını bana bıraktığını vasiyetinde yazmıştı. Halam akciğer kanserinden öldükten sonra tek dostum Julia ile kalmıştım.
Orta okuldan beri tanıştığımız bu kız ve ailesi beni hiçbir zaman yalnız bırakmamıştı. Şu an on dokuzuncu yaşımın sonlarına yaklaşırken bile ailemin özlemini iliklerime kadar hissediyordum.
Kimse ile konuşmak istemediğim için telefonumu kapattım ve düşüncelerimde boğularak ağlamayı sürdürdüm.
Kapı zili evin içinde yankılandığında ağlamamı kısa bir süreliğine kesmiştim. Kapıdaki her kim ise ısrarcıydı. Beş dakikanın sonunda ses kesildiğinde gittiğini düşünerek rahat bir nefes verdim.
Fakat aynı gerginliğin beni ele geçirmesi uzun sürmedi. Dış kapı açıldı. Evimin anahtarı sadece tek bir kişide vardı.
"Miley?"
İçeriye doğru bağıran Justin'e karşı sesimi çıkarmadım. Gelmesini istemiyordum. Onunla konuşmak, neden üzgün olduğumu anlatmak da istemiyordum. Tek istediğim kendimle yalnız kalmak ve bunun üstesinden gelmekti, her yıl yaptığım gibi.
Odamın kapısı açıldı. Adım sesleri git gide yaklaştı ve yatağımın yanında durdu. Ay ışığının aydınlattığı yüzünde bir kaç saniye gözlerimi gezdirdim. Bakışlarımız buluştu.
Yanıma diz çöktüğünde gözlerim tekrar yaşlarla yanmaya başladı.
"Ne oldu?" Sesini duyduğumda kendimi çoktan bırakmıştım. Ağlamaya başladığımda endişesi elle tutulacak kadar güçlüydü. Ne yapacağını bilemez bir şekilde etrafına bakındı. Yatağımın yanınsaki gece lambasını açtı ve etrafı aydınlattı.
"Çok kötü hissediyorum."
Hıçkırıklarım arasından zorla konuştuğumda ayağa kalktı. Bedenimi yatağın öbür ucuna kaydırdı, ayakkabılarını çıkardı ve yanıma uzandı. Bir kolunu boynumun altından geçirdi, diğerini ise belime sararak beni kendine çekti.
Kafamı boynuna yapıştırdığında sesim daha boğuk çıkmaya başlamıştı.
Üzerinden seneler geçmesine rağmen unutamadığım bu olay hayatımsa yaşadığım en büyük travmalardan biri olabilirdi. Ne olursa olsun, her ne kadar mutlu olursam olayım bu olay her seferinde beni bu hale getiriyordu.
Justin. O ise elini saçlarımda gezdirirken ağlamamı dinlemekten başka bir şey yapmıyordu. Ne olduğunu sormak, beni sıkıştırmak yerine koruduğu sessizliği onun ne kadar düşünceli biri olduğunu bir kere daha göstermişti bana.
Ben sakinleşene kadar buna devam etti, tişörtü ise sırılsıklam olmuştu.
"Özür dilerim."
Ağladığım için ondan özür dilerken uykuya dalmak üzereydim. Mırıldandığı kelimelerin hiçbirini anlayamamıştım, daha sonrasında ise sabah bana baş ağrısı verecek olan bir uykuya dalmıştım.