Multimedyada Vitae...
Önceki bölümde...
Aegeus'un derin iç çekişini duydum. Rüzgar artık içimde değil, dışımda esiyordu. Gözlerimi açtığımda rüzgar dinmişti ancak etkisi gözle görülebilir bir görünmezlikti. Karanlık salonda Aegeus'a doğru baktığımda tek gördüğüm şey şaşkınlık dolu gözleriydi. Arkamı dönüp çıkarken duyduğum son şey ise memnuniyet dolu güzel sesiydi.
"Öfke..."
⚡️
Kafamın içi bir cadının kazanının kaynadığı gibi kaynıyor şuan. Az önce yaşadıklarım gözümün önünden geçerken içimi bir ürperti aldı. Gerçekten yapmıştım. Ateşi söndürmüş ve havayı kullanmıştım. Peki ama diğerleri? Ya diğer güçlerimi yönetemezsem ne olacaktı? Ölecek miydim? Daha da kötüsü insanların ölümünü mü izleyecektim? Bunları düşünmek istemeyerek kafamı iki yana salladım. Okul binasına doğru yürürken sağ tarafımda bir çıtırtı duyar gibi oldum. Dönüp baktığımda hiçbir şey yoktu. Kuruntu yapıyor olmalıydım.
Kafamı dağıtmak istiyordum ve çılgın kızlarla dolu bir yatakhaneye gitmek bunun için uygun bir yer değildi. Bende kütüphaneyi bulma umuduyla dersliklerin bulunduğu tarafa yürümeye karar verdim. Yerini bilmediğim bir yeri bulmak ne kadar zor olabilirdi ki? Etrafıma baka baka yürürken etrafta bir kaç kişinin konuşma ve gülüşme sesleri dışında hiç ses olmadığını farkettim. Bu saatte okulda kalan pek kişi olmuyor demek ki.
Büyük ve süslü bir kapının üstünde kütüphane olduğunu anladığım yazıya bakıyordum. Şaşkınca bakıyordum çünkü yazı eski Yunanca yazılmıştı. Ve ben bu yazıyı okuyabilmiştim. Daha önce Yunanca öğrendiğimi hatırlamıyordum. Ama sanırım genlerden olsa gerek hemen öğrenmiş olmalıyım.
Kapıyı yavaşça iterek açtım. Epey ağır bir kapıydı ve büyüklüğü de bunu destekliyordu. İçeri girdiğimde ister istemez iç çektim. O kadar büyük ve yüksek bir odaydı ki buraya odaya demeye bin şahit ister. Yanyana dizilmiş duvar boyunca yükselen yüksek kitaplıklar, kitaplıkların üzerinden tavanı destekleyen kemerler o kadar hoş bir görüntü sergiliyordu ki kendimi alamayarak gözlerimi dikerek etrafı izliyordum. İçeriyi aydınlatması gereken ve kemerlerin üzerindeki kasnağa yerleştirilen yuvarlak pencereler şuan gecenin karanlığından patlayarak çıkan ay ışığıyla aydınlanıyordu. İçeriye adımımı atınca birden yanan mumlar buranın da salon gibi mumlarla aydınlatıldığını bana göstermiş oldu. Salonun ortasında bir kaç tane alçak kitaplık ve bilgisayar bulunan masalar vardı. Keşke ortayı bu kadar doldurmasalarmış diye geçirdim içimden. Sanki salonun büyüklüğünü ve görkemini gölgeliyorlardı.
Kütüphane...
Ağır adımlarla içeride dolaştım. Kitaplıklara göz gezdirirken bu kadar yüksekten Nasıl ulaşıyorlar bu kitaplara diye düşünüyordum. Peki ben neye ulaşmak için gelmiştim ki buraya? "Büyük kehanet... Evet onunla ilgili bir şeyler bulmalıyım" diye düşünürken kitaplıklardan birinden bir ses geldi. Bir kitabın raftaki tozları iterek çıkma sesi. Sonra usul usul havada dönen kitap önümde durdu. Şaşkınca kitaba bakarken burada daha ne kadar şaşıracağım acaba diye içimden geçirdim. Elimi tereddütle uzatıp kitabı tuttum. Kitabın soğuk deri cildi elime değer değmez kitap ağırlığını bana bıraktı. Bir an o ağırlıkla beraber yere düşeceğim sandım. Böyle ağır kitap mı olur? Büyük ve koyu kahverengi deriyle kaplanmış, eski olduğu her halinden belli olan kitabı masalardan birine koydum. Üzerinde yine Yunanca ve yine benim okuyabildiğim bir şekilde "Apollon'un Kahininin Büyük Kehanetleri" yazıyordu. Yavaşça kapağını kaldırıp sayfalara göz gezdirmeye başladım. O kadar çok sayfası vardı ki aradığımı Nasıl bulacaktım acaba. Bu kadar kehanet yüzyıllarca kahramanların görevi, savaşı olmuştu. Ve bunlar Kahramanın zaferi veya ölümüyle sonlanmıştı.Sayfalarda kaybolurken "500 yıl sonra bugün" yazısını gördüm. Hemen dikkatle sayfayı incelerken aradığımın bu kehanet olduğunu anladım. Ezberlemiştim. İnsanın ya da cadının ya da yarı Tanrı'nın her neyse işte hayatı bir şiirde anlatılınca ister istemez ezberliyor. Ezberlediğim satırları bitirdikten sonra bilmediğim bazı şeyler daha yazdığını gördüm. Merakla okumaya başlayacakken tam önümdeki masaya bir bıçak saplandı. Nefesim kesilirken hızla arkamı döndüm. Karşımda benim yaşlarımda bir kız duruyordu. Hem elindeki hemde belindeki kemerinde asılı olan bıçaklarla birlikte sırıtarak bana bakıyordu. Bir an içimden arkama bakmadan kaçmak geçse de öfkem beni ele geçirmişti bir kere. Sen kimsin de bana bıçak fırlatıyorsun? Ne haddine?
"Merhaba beklenen kişi. Bende seni bekliyordum" dedi sırıtarak. Cidden kelime oyunu mı yapmıştı bana? Bana bana?
"Merhaba bıçaklı manyak. Ben seni hiç beklemiyordum"
"Ah tabi o yüzden burdayım ya zaten. Bu arada söylendiği kadar da güzel değilsin" dedi. Demek güzel olduğum söyleniyordu.
"Benim güzelliğim seni ilgilendirmez. Her ne yapmaya geldiysen yapamayacaksın. Benim kim olduğumdan haberin bile yok." Kim olduğumu ben bile tam bilmezken bu söylediğim biraz ironikti. Ayrıca bu cesarette nerden çıktı?
"Seni senden daha iyi tanıyorum melez cadı" dedi, bütün dişlerini gösteren gülümsemesiyle. "Ayrıca madem bu kadar heveslisin o zaman biraz eğlenelim seninle"
İşte şimdi yandık!
⚡️
Önceki bölümün beğeni sayısı az olduğu için bu bölümü kısa tuttum. Bir dahaki haftaya kadar yükselirse yeni bölüm daha uzun olacak. Hikayelerle kalın, hoşçakalın!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VİTAE:Son Umut
FantasyHayatımın bir daha asla eskisi gibi olmayacağını kehaneti duyunca anladım. İşte hayatımı alt üst eden kehanet: 500 yıl sonra bugün Yapılan büyü bozulacak Lanet geri dönecek ...