Üşüyorum!
Üzerinde yattığım şey çok soğuk! Yüzyıllardır yüzeyine kar yağan bir kaya parçası ya da dünyanın tüm güneşlerinden mahrum kalmış koca bir buzdağı...
Keskin soğuğun zehirli, incecik kolları tenimden içeri sinsice süzülüp donduruyor. Uzun tırnaklı buzdan eller üzerimde acımasızca dolaşırken tırnaklarıyla yaralamaktan zevk alıyor. Başıma buzdan bir miğfer geçirilmiş ve soğuğu saç diplerimden içeri sızıp beynimi felç ediyor.
Düşünemiyorum!
Eskiden huzur verici bir masal gibi dinlemeye bayıldığım rüzgar şimdi arkadan bıçaklayan nankör bir dost. Soğuk bir pelerin gibi dalgalanırken şiddeti iyice artıyor ve canımı acıtıyor.
Donuyorum!
Kıpırdarsam kırılıp tuz buz olacakmışım gibi; kıpırdamaya korkuyorum. Ayaklarım, ellerim, yüzüm, gözüm, nefesim yok, sadece tenimi hissediyorum. Vücudumdaki bütün kan çekilmiş gibi üşüyorum. Göz kapaklarımı hissedebilsem biraz aralayabilirim. Yapamıyorum, tenimden başka bir şey hissetmiyorum. Neredeyim ben, ne oldu bana; vücudum buza yapışmış lanetli et parçası gibi!
Korkuyorum!
Uçuşan minik ışıklar görüyorum. Şekilden şekile giriyorlar, uzaklaşıp yakınlaşıyorlar. Gözlerimi mi araladım, yoksa donmuş beynim bana oyun mu oynuyor? Bilmiyorum.
Üşümesem direnmeyip kendimi bir güzel bırakabilirim, ayağa kalkabilsem üzerime sıcak bir şey geçirip tekrar yatabilirim, bu rehavet aslında öyle tatlı ki kendimden geçip uçabilirim.
Yapamıyorum! O kadar üşüyorum ki başka bir şey düşünemiyorum.
Donmak üzere olan insanoğlu hiçbir şey hissetmezmiş ve tatlı bir uykuya dalarmış. Öyleyse ben neden hala üşüyorum, donmak üzere değilsem neden kıpırdayamıyorum? Henüz ölmeye karar vermedim ki, bedenime ilk kez hükmedemiyorum.
İnsanoğlu böyle bir ızdırapla mı ölüyor Tanrım? İşkence dolu kısacık hayatları böyle bir acıyla mı son buluyor? Senden ve dünyadan bîhaber zavallı ruhları bu yüzden mi her şeyden çok ölümden korkuyor?
Ama ben insanoğlu değilim ki! Tanrı'nın gözünde öyle miyim yoksa, onlar gibi mi öleceğim? Önemli değil, insanoğlunun korkularına sahip değilim ben! Kendimi bir bırakabilsem huzur içinde ölebilirim. Biliyorum ki Tanrım beni bekliyor, üşümesem gülümseyerek giderim yanına! Belki şu anda da gülümsüyorumdur bilmiyorum ki, dudaklarımı hissetmiyorum. Tanrı'nın huzuruna yüzümde donmuş bir sırıtmayla çıkmak istemiyorum.
Tanrım henüz nişanımı almadım ama yine de senin elçinim ben! Bu dünyadan göçmek için çok erken değil mi? Daha yapacaklarım var yalvarırım yardım et bana! Sana uzanabilsem, elimi kaldırıp göğsümdeki elinin üzerine koyabilsem, sana ulaşabilsem... Elimi bir uzatabilsem... Isınırım biliyorum.
Hani Ana'nın bahsettiği bitkileri toplamak için tapınağın dışına çıkmıştım bir gün. Hoplayıp zıplarken yokuştan aşağı eğlenerek inmiştim. Geri dönmek için yukarı nasıl tırmanacağımı hesap edemeyecek kadar küçüktüm. Karşıma o canavar çıktığında yaptığım gibi elimi göğsüme koysam, gözlerimi yumup sana seslensem... Belki yine kendimi tapınaktaki yatağımda buluveriririm. Elimi bir uzatabilsem... Tanrım o gücü ver yalvarırım. Vücudumu hissetmiyorum artık, en azından uzanıp sana ulaşacak kadar, huzurla yanına gelecek kadar güç ver bana.
Bu kadar üşümesem sonsuza dek bu minik ışık oyunlarını izleyebilirim. Şifa otlarıyla kendinden geçip sarhoş olan insanoğlu gibiyim. Beyin ne güzel oyunlar oynuyor insana, hiç böyle bir sihir görmemiştim. Eğlenmek için sihire başvurmak yasak bize.
Gözlerimi mi araladım yoksa ben mi farkında değilim, minik ışıklar sıra sıra dizilmiş gibiler. Pencere mi bu, yoksa bir resim mi? Banyomuzda da vitraylı pencereler var, güneş ışığıyla içerisi masal gibi olur. Banyoda mıyım hala? Peki bu soğuk, keskin rüzgar da ne? Yıldızlar bu kadar ışık oyunu yaratmazlar, şimşek mi çakıyor, yağmur mu yağıyor yoksa?
Keşke her yağmur yağdığında Ausi'yle yaptığımız gibi saç diplerimden ayak ucuma kadar ıslanarak eğlenebilsem, gizlice ormana kaçıp yağmurun ıslattığı toprağın kokusunu içime çekebilsem, yolladığı yağmur için Tanrı'ya seslenen ağaçların şükran dolu şarkılarını dinleyebilsem. Biraz gözlerimi aralayıp ayağa kalkabilsem.
Artık... O kadar çok üşümüyorum. Ya tenim hissizleşti ya da Tanrı'nın şefkatli kollarına doğru yola çıktım. O kadar yalvardım ki yaradanım beni duydu. Minik ışıklar güzel cam bir kubbeye benziyor. Arkasında renkli yıldızlar. Ya beynim bana oyun oynuyor ya da gözyaşlarım gözlerimin üzerinde dondu. Ne fark eder! Altımda buz gibi taş, üzerimde soğuk rüzgarla hareketsiz yatıyorum. Gözlerim kapalı, havada uçtuğumu hissediyorum. Artık üşümüyorum.
Tanrım! Hissetmediğim vücudumun hafifliği ve görevlerimi henüz yerine getiremeden bu dünyadan ayrılmanın ağırlığıyla sana yaklaşıyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAN UYKUSU
Fantasy"SAVAŞTA EN ÇOK KADINLAR ACI ÇEKER, ERKEKLER SADECE ÖLÜR." (Viktor Dadin) Cehennem ormanındaki dev ağaçları bile titreten fırtınalı bir gecede, Tanrı'nın kadim elçileri kötü bir sürprizle karşılaştı. Gözü pek bir vampir güçlü sihirleri aşıp elçileri...