Mezarlara uzanan karanlık koridorda her an geri dönüp kaçacakmış gibi yürüyen kararsız ayak seslerinden başka ses yoktu. Yerin yedi kat dibindeki koridor uğursuz dev bir delik gibi uzanıyordu adamın önünde.
Zifiri karanlıkta iğne deliğini bile görebilecek gözlere sahip olmasına rağmen 'En azından göstermelik bir lamba takmak lazım buraya, bu kasvet çekilir gibi değil.' diye düşündü. Dünyadan bu kadar kopup, karanlığı bu kadar kabullenmek delilik gibi geldi ona.
Lanetin ağırlığını kaldıramayıp delirenlerin kendini güneşin yakıcı aydınlığına atması ne kadar delilikse, karanlıkla bu kadar özdeşleşmek de başka bir delilikti. Özellikle buraya inince hissediyordu bunu. Binlerce yılını ay ışığında geçirmesine rağmen dünyanın hiçbir yerinde burada olduğu kadar rahatsız olmuyordu karanlıktan. Buradaki karanlık lanetin acı verici kasvetini hatırlatıyordu. Ve lanetle kaybettiklerini... Kalp ve akıl bağı koparılmış ruhunun hakimiyeti kalbinden bağımsız aklındayken, mezarlara ayak bastığı anda kontrol aklını kenara itip öne fırlayan lanetli kalbindeydi.
Her zaman kendinden emin ve güçlü adımlar atmaya alışkın soğukkanlı ayakların kararsız yürüyüşü koridorun sonundaki demir kapının önünde son buldu. Bir iki saniye sonra ağır kapı metalik gürültüler çıkararak açıldı. Kapıyı açan sert yüzlü görevli karşısında duran albino adamı resmi bir hareketle selamladı.
Giriş alanının ortasına dikilmiş taş kaideye doğru yürüdüler. İğneli bir el aletiyle parmağı delinen adam daha önce yüzlerce kez yaptığı gibi kayıt defterini bir kan damlasıyla imzaladı. Kısılmış beyaz kirpikli gözleri ve gerilmiş bir yüzle büyük kapının ağır ağır kaymasını bekledi. Kapının arkasında uzanan derin karanlığı hazmetmek için biraz durup beklemek istese de, görevlilere bu tür zayıflıkları hissettirmek akıllıca gelmedi ve yalandan bir kararlılıkla attı adımını. Arkasında raylardan kayan ağır kapının sesi kesilene kadar da durmadı.
Kapının iki kanadı gürültüyle kilitlenince öylece durdu karanlığın içinde. Kaybettikleri ışığa yapay da olsa kavuşmak için ellerinden geleni yapan vampirlerin yalancı aydınlığını en çok bu salon hakediyordu ona göre. Hapsoldukları karanlıkla barışamayıp delirenleri bu karanlık galerilere terketmek onları ikinci kez cezalandırmak demekti.
Onların hep masum olduğunu düşünmüştü adam. Yüreklerindeki kadim eli kaybetmeyi kaldıramayacak kadar masum. Tanrı'nın kusursuz cennetinden kovulup karanlık bir cehenneme hapsolmanın acısıyla, ölümcül de olsa alışık oldukları tanrısal ışığa sığınmışlardı. Lanetten önce ışığa tutkuyla bağlı ırkının karanlıkla cezalandırılmasını kaldıramayacak kadar masumdu onlar. Kapısız galerilerden görünen süslü taş lahitlere baktı uzaktan. Kaç tanesini elleriyle doldurduğunu hatırlamasa da içindeki yüzler daha dün gibi beyaz kirpikli gözlerinin önündeydi.
"Nereden başlayacağını mı düşünüyorsun sevgili Vassos?"
Lanetin acısıyla derin düşüncelerde kaybolmuş adam, aniden yankılanan sesle koca salonda yalnız olmadığını hissedemeyecek kadar dalgın olduğunu farketti. Kim olduğunu anlamak için dönüp bakmasına gerek yoktu.
"Senin bu salonla pek ilgilenmediğini düşünürdüm Ringkvist."
Sesin sahibi karanlıklar içinden yavaş yavaş çıkıp yaklaştı. "Bazı fikirlere körü körüne bağlanmak en büyük aptallıktır." Dönüp tarih kadar eski görünen lahitlere baktı. "Biz buraya tıktık diye sonsuza dek burada uyuyacaklarını düşünmek de böyle bir aptallık mı diye merak ettim."
"Onlar uyumuyor. Komadalar."
"Farkeder mi?"
"Rüya görmüyorlar ve huzur onlarla değil."
"Farkeder mi?"
Adam bembeyaz yüzünü çevirip soluk gözlerini çekik gözlü zenciye dikti. "Bizim için mi, onlar için mi?"
Ringkvist'in siyahi yüzü karanlıklar içinde zor seçiliyordu. Buna rağmen yüzündeki derin sıkıntı tabak gibi ortadaydı. "Yapacak bir şey yoksa fark eder mi?"
"Yapacak bir şey her zaman vardır."
"Biz de onu yaptık zaten. Onlar için yapılabilecek tek şeyi." Az önce çıktığı galerinin girişindeki kemere yaslanıp kollarını göğsünde kavuşturdu. İyice kısılıp çizgi halini almış çekik gözlerini dikmiş bakarken, albino adam aklından geçenleri tahmin etmekte zorlanmadı. Açık açık konuşmaktansa bu üstü kapalı göndermeleri tercih ederdi yine de. Üzerinden uzun yıllar geçmiş olsa da konuşmak istemediği konulardı aklından geçenler. Ve yüzleşmek istemediği... Lahitlerde yatanları tek tek yakalayıp oymalı kazıkları kalplerine sapladığı günleri hatırlarken kanlı gözyaşlarını kimseyle paylaşmak istemeyen Vassos, Ringkvist'in bir an önce çıkıp gitmesi için sabırsızlanmaya başladı. Bütün mezarları onunla kontrol etmeyi düşünmüyordu herhalde.
"Evet... Daha iyi bir fikir bulana kadar yapılacak tek şey bu." diyerek kestirip attı. Ringkvist'in sakin ve ciddi haliyle, duygularını belli etmeyen yüzüne baktı. Siyah bir mermere özenle yontulmuş gibi görünen muntazam yüzü her zamankinin aksine yorgun ve sıkıntılıydı. Demek bakmıştı onlara... Eşini, kızlarını, kardeşini, annesini, babasını, tüm ailesini göğsünde kazıkla yatarken seyretmişti az önce. Birazdan kendisinin de yapacağı gibi...
Yine de nasıl bu kadar soğukkanlı olabildiğine şaştı vücudundaki tüm tüyler kar gibi bembayaz olan adam. O bu karanlık mezarlara ayak bastığı anda tüm soğukkanlılığını yitirirken, bu korkunç lahitlere bakmak bile onu bu kadar çaresiz ve mutsuz kılarken bu adam nasıl olur da tüm ailesini yaralı kalplerinde kazıkla teker teker seyredip bu kadar sakin kalabiliyordu.
Ringkvist gergin sessizliği kayıtsız görünmesine özen gösterdiği sesiyle bozdu. "7. bölümü kontrol ettim. Devam ederken sana eşlik edebilirim."
Vassos Rigkvist'in bu ince jestini kaçırmadı. Birbirlerine iyilik yapmaktan binlerce yıl önce vazgeçmiş ırkının en soğukkanlı örneklerinden biri olan bu adamdan böyle bir iyilik görmek ona lanetten önceki kardeşlik zamanlarını hatırlattı. Yine de istediği tek şey Ringkvist'in bir an önce gidip onu kanlı gözyaşlarıyla başbaşa bırakmasıydı.
"Gerek yok. Sen başladığına göre işim kolay."
"Öyleyse sana iyi sabahlar." Ringkvist kapıya doğru yürürken Vassos kararsız adımlarını rastgele bölümlerden birine doğru attı. Bu 7. böüm değildi. Ama bu ziyaretin 7. bölümde son bulacağından ikisi de emindi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAN UYKUSU
Fantasy"SAVAŞTA EN ÇOK KADINLAR ACI ÇEKER, ERKEKLER SADECE ÖLÜR." (Viktor Dadin) Cehennem ormanındaki dev ağaçları bile titreten fırtınalı bir gecede, Tanrı'nın kadim elçileri kötü bir sürprizle karşılaştı. Gözü pek bir vampir güçlü sihirleri aşıp elçileri...