07 / ANA

159 17 2
                                    

Korkunçtu...

Tüm olanlar, sözler, bakışlar, niyetler her şey ama her şey korkunçtu. Her şey alt üst olmuştu. Hem de bir anda, bir gecede...

Ruhu donmak üzere olan vücudundan daha çok acı çekiyordu şimdi. Gözleri sımsıkı kapalı, üzerinde durduğu kaideden adım attığında dengesini kaybetti. Kapıya doğru sendeleyip kalın tokmağa tutundu. Gözlerini açmaktan korkuyor, her şeyin kötü bir kabus olduğuna inanmak istiyordu. Düşmanlık dolu niyetler, yok etme planları, nefretle çarpılmış ruhlar, kana susayıp gözü dönmüşler ve daha neler neler...

Anlam veremediği bir cehennemi düzene sokmak için uğraşıyor, kötülüğüne ve çarpıklığına karşı ne yapacağını bilemiyordu. Neresinden tutacağını, nereden başlayacağını... Hiçbir şey bilmiyordu. Durdurabilmenin mümkün olup olmadığını, durdurduğunda tekrar edip etmeyeceğini... Hiçbir şey... Birşeyler yapsa da işe yarayıp yaramayacağını...

Büyük kilidi gözlerini açmadan çevirdi. Soğuk pirinç tokmak bile ellerinden sıcaktı. Kapıyı açıp kendini dışarı attı. Derin bir nefes alıp yavaşça araladı gözlerini. Morrin'in her zaman yanar vaziyette tuttuğu şömineye ayaklarını sürüyerek yaklaştı.

Yumuşak koltuğa kendini bırakırken donmuş vücudu şöminenin aniden vuran sıcaklığıyla karıncalandı. Bir an önce kafasını toplayıp ne yapılması gerektiğine karar vermesi gerekiyordu, fazla zaman yoktu. Borrlar belli ki her şey için hazırdı. Elçiler aniden patlak verecek bir savaşa onlardan daha hazır olmalıydı.

Durgunluk dönemi belki de Tanrı'ya doğru uzanan sakin bir yolun başlangıcıydı ha! Böyle olmasını umut ederek uzun yıllar nasıl da kendini kandırmıştı. Bu dönemi her iki ırk da boş geçirmemişti belli ki! Borrlar'ın çoktan zıvanadan çıktığını gözleriyle görmüştü az önce. Bu bile tek başına her şeyi alt üst etmeye yetmeyecek miydi? Vampirlerle ilgili iddiaların bir kanıtı yoktu, araştırılacaktı elbet. Ancak olası bir savaş için çok da önemli değildi. Borrlar savaşmaya karar verdiklerinde sebep yaratmakta zorluk çekmezlerdi.

Şöminenin ılık sıcaklığıyla biraz rahatlayınca maun masanın çekmecesinden minik bir kutu çıkardı. Şifacının zor durumlarda sakinleşmesi için verdiği kuru ot tozlarına her zamankinden çok ihtiyacı vardı. Parmağının ucunu ıslatıp küçücük bir parça bıraktı dilinin üzerine.

Şöminenin önündeki rahat koltuğa tekrar oturduğunda uzun hayatında ilk kez görüştüğü Borrlar'ı düşünüyordu. Öfkenin esamesi okunduğunda gözlerinin rengi değişen Borrlar'ı... Lyrica geldi aklına. Onun da ruh haline göre değişirdi gözlerinin rengi. Ama onunkiler mutlu olduğunda neşeli, parlak bir yeşil, üzgün veya kızgın olduğunda koyu lacivertti. Her hali güzeldi yani. En nihayetinde elçiydi o. Oysa Borrlar sinirlendiğinde gözleri amber sarısına dönüyor, kötülüğün ve lanetin tüm saldırganlığını içinde barındırıyordu. En nihayetinde onlar da lanetliydi. 'Gözünü kan bürümüş lanetliler.' Onlar da vampirler gibi Tanrı'nın elini çekerek bomboş bıraktığı kalplerini kötülükten başka bir şeyle dolduramamıştı.

Bu gece rahatlamak için elini göğsüne koyup Tanrı'nın elini hissettiğinde içinden rüyaya yatıp ona ulaşmak, karşısında biraz huzur bulmak gelmiş, sonra sırf kendi ihtiyacı yüzünden Tanrı'yı rahatsız etmenin bencilce olduğuna karar verip vazgeçmişti. Az önce duyduğu sözleri hatırladı. 'Her şey karışıyor, her yer birbirine giriyor.' İtiraf etmek istemese de Borr Dadin haklıydı. Ve bu durumda elçilerin Tanrı'nın yol göstericiliğine ihtiyacı olacaktı.

Henüz ısınmamış vücudunu kaldırıp kapıya doğru yürüdü. Sadık kolu bekleme salonunda emrine amadeydi. Kapı açılınca yerinden fırlayan minyon tipli adam emir almak üzere hazırola geçti. Ana ona "Bana yasemin çayı getir Morrin." der demez cevap bile vermeden emri yerine getirmek üzere arkasını döndü. Morrin bu anları çok iyi biliyordu. Ana Tanrı'yla görüşecekti.

Dairesindeki başka bir kapıya doğru ağır ağır yürüdü Ana. Banyosu her zamanki gibi sıcak ve mis kokuluydu. Üzerindekileri çıkarırken ezbere bildiği kutsal kitaptan en sevdiği bölümleri mırıldanıyordu. "Siz ki ellerimle kutsadığım kardeşler... Siz ki kalbi sevgiyle atan mücevherler... Yol gösterici ışığım rehberiniz olsun. Yolunuz açık, ruhunuz nurla dolsun. İki ışığın nuru üzerinizde dursun!"

Mermer havuza bir tutam ot atıp kendini sıcak suya bırakırken huzur veren kelimeleri mırıldanmaya devam etti. "Ey kutsanmış kardeşler. İçinde yaşadığınız cennet hediyemdir. Tadını çıkarın... Ey sevgiyle atan yürekler, kardeşleriniz emanetimdir. Onları sevin... Ey birbirine uzanan eller, göğsünüzde tuttuğunuz el ödülümdür. Kıymetini bilin... Yerdeki canlı toprak, gökteki iki güneş... Güneşli gecenin renkli yıldızları, danseden yağmur damlaları... Kardeşliğinizin şerefine hediyem olsun. Elimi kalbinde tutmayı bilenlerin mutluluğu daim olsun."

Ruhu tüm kötülüklerden ve sıkıntıdan arınmaya başladı. Kutsal kelimeleri tekrar ettikçe Tanrı'ya daha da yaklaştığını, yıllar önce kaybedilmiş kusursuz cennete ulaştığını hissetti. Şimdi iyice gevşemiş, göğsündeki sıcacık el tüm vücudunu ısıtmıştı. Gözleri kapalı mırıldanmaya devam ederken eline aldığı bir avuç suyla kutsadı ruhunu. Bir avuç suyla kalbinin üzerindeki kadim eli, bir avuç suyla da bedenini... Suyun altına yatıp, üzerine sinmiş tüm sıkıntıların akıp gitmesini sabır ve mutlulukla bekledi.

Havuzdan çıkarken kötülüğün tek bir zerresinin üzerinde kalmadığından emindi. Yüzünde huzurlu bir gülümsemeyle uzanıp sabahlığını aldı üzerine. Göğsünde Tanrı'nın elini sembolize eden işlemesiyle sabahlığı her zamanki yerindeydi.

Odasına döndüğünde Morrin'in hazırladığı yeni giysileri ve kutsal cübbesini bulacağını biliyordu. Bembeyaz kıyafetlerini giyip saçlarını sıkı sıkı topladı. Morrin'in getirdiği çaya kutsal cümleleri üfleyip içerken aynadaki aksine takıldı gözü. Az önce yaptığı lanetli görüşmelerle çarpılmış yüz ifadesi, yerini Tanrı'nın kadim elini taşıyan birinin mutluluğuna bırakmıştı. Artık O'nunla görüşmeye hazırdı. O'nun buyurduğu kadar saf ve sevgi dolu. O'nun buyurduğu kadar temiz.

Tekrar eski esnekliğini kazanmış vücuduyla uzanıp beyaz cübbesini giydi. Dairesindeki rüya odasına doğru yürürken yüzündeki gülümseme yerli yerindeydi.

Diğerinin aksine güzel ve huzurluydu rüya odası. Gökyüzünün bir damla ışığını bile ziyan etmeyecek kadar huzurlu.

Yatağın kenarına yerleştirilmiş merdivene tutunup ağır adımlarla tırmanmaya başladı. Yedi basamaklı merdivenin üzerindeki yüksek yatağa uzanıp şeffaf tavandan gökyüzüne baktı. Pırıl pırıl bir gecede yıldızları seyrederek uyumayı tercih ederdi ama gideceği yer var olan her şeyin sevildiği ve kucaklandığı yerdi. Olağanüstü bir coşkuyla çakan şimşekleri gülümseyerek izlerken kendini kutsal bir uykuya emanet etti.

KAN UYKUSUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin